Eğer, duâ ibâdetin tâ kendisidir hadîsini tahlîl edecek olursak,
Bir: Hadîsteki َ;هُو=/َ(hüve)zamiri, zamir-i fasl’dır ki bu, yalnızca Müsned’i Müsnedün ileyh üzerine kasretmeyi ifâde eder. Ya’ni, “ibâdettir” Müsned’i (isnâd edilen, dayandırılan hükmü) “duâ” Müsnedün İleyh’ine (kendisine hüküm isnâd edilen, dayandırılana) kasredilir/onunla sınırlandırılır.
İki: Haberin ma’rife getirilmesi de aynı hükmü ifâde eder. El-Miftah sâhibi Sekkâkî böyle söylemiştir. Âlimlerin çoğunluğu da bu görüştedir.
Yani, bu takdîrde ma’nâ, ibâdet duâdan ibârettir, başka bir şey değildir, demekolur. Meselâ
;اَللهُ هُوَ الرَّزَاقُ=/”Allahu Hüve’r-Rezzâku” sözümüz, Rezzâk olan Allah celle celâ lühû’dur, başkası değildir, demek olur. Buna göre
;الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ=/”ed-duâu hüve’l-ibâdetü” hadîsi ibâ-detin duâdan ibâret olduğunu gösteriyor (yani duânın bir türüdür.) Böylece hadîsten kastedilen İbâdet duâdan başka bir şey olmadığı demek olur ki, bundan, ibâdetin duâ ile sınırlı olduğu anlaşılır; ama, her duânın ibâdet olduğu anlaşılmaz. Daha açığı, her ibâdet duâdan başka birşey değildir, ama, her duâ da ibâdet demek değildir.
Bu nokta anlaşıldıysa,
Üç: istiğase duâ demektir diyenler için hadîsde (Mü’minleri şirkle suçlamak için) hiçbir delîl yoktur. Zîrâ, istiğâse’nin birçeşit duâ/çağırmaolması takdîrinde ibâdet olması gerekmez. Nitekim açık olan da budur. Çünki duâ/çağırma bazen ibâdet olmayabilir.
Dört:Nitekimİmâm Süyûtî Mu’terekü’l-Akrânında,[1] duâ’nın, ibâdet,[2] yardım istemek,[3] süâl (istemek),[4] söz,[5] nidâ (seslenme)[6] ve isimlendirmek,ismiyle çağırma[7] ma’nâ-larına geldiğini âyetlerle îzâh ediyor:
[1] Süyûtî, Mu’terekü’l-Akrân, 2/175, [2] Yûnus: 106,[3] Bakara: 23,
[4] Ğâfir: 60,[5] Yûnus: 10,[6] İsrâ: 52,[7] Nûr: 63
(Bir:) İbâdet “Allahın dışında sana fayda ve zarar vermeyecek şeylere duâ/ibâdet etme.”[8]
(İki:)/İstiâne/yardım İstemek. ;اُدْعُوا=/ud’û[9] “Şâhidlerinizi (yardıma) çağırın.”
Herhâlde Allah Teâlâ şâhidle-rinize ibâdet edin demiyordur. Allah akıl versin.
(Üç:) Suâl/istek.
;اُدْعُونِي=/Ud’ûnî)“Benden isteyin, size icâbet edeyim.”[10]
;أَسْتَجِبْ لَكُمْ=/Estecib lekü/Ka bûl edeyim ifâdesinden anlaşılan tekâbul karînesiyle anlaşılıyor ki, ud’ûnî lafzı benden isteyin demektir.
(Dört:) Kavl/söz.
;دَعْوٰيهُمْ=/Da’vâhum/“Oradaki duâları/sözleri, ‘Allahım seni tesbîh ederiz’dir”[11]
(Beş:) Nidâ/seslenme.
;يَدْعُوكُمْ=/yed’ûküm/“(Allah’ın) size sesleneceği günde..”[12]
Her hâlde, -hâşâ- Allah’ın size ibâdet edeceği günde.. demiyordur.. Allah ilim ve idrâk versin…
(Altı:) Tesmiye/isimlendirme /ismiyle çağırmak.
;دُعَاءَالرَّسُولِ=/Düâe’r-Resûli/“Ara nızda Resûl’e, duâyı/hitâbda bulunmayı/O’nu ismiyle çağırmayı, bibirinize yaptığınız hitâb gibi yapmayın.”[13]
Her hâlde, Allah, Resûl’e yaptığınız ibâdeti, kiminizin kiminize olan ibâdeti gibi yapmayın dememiştir. Allah îmân ve hidâyet versin…
[8] Yûnus:106, [9] Bakara: 23, [10] Ğâfir: 60. [11] Yûnus: 10, [12] İsrâ: 52,
[13] Nûr: 63
Ebû’l-Bekâ da Külliyyât’ın-da[14] benzer şeyleri söylüyor: Râğıb El-İsfehâni, el-Müfredat’ın-da[15]duânın, nidâ(çağırma), isimlendirme, isteme, birşeye yönelmeye teşvik, rıf’at, tenvîh ve taleb ma’nâlarına geldiğini söylüyor.
Keşşaf sâhibi Zemahşerî’nin kanaatine göre, haberin ma’rife olması Müsned’in (burada ibâdetin) Müsnedün ileyh’e (burada da duâya) kasrını ifâde ettiği gibi bazen de Müsnedün ileyhin Müsned’e kasrını ifâde eder.
[14] Ebû’l-Bekâ, Külliyât: 447, [15] Râğıb El-İsfehâni, el-Müfredât: 169-170
(Buna göre),
Eğer bu hadîste Müsnedün ileyhi (ibâdeti) Müsned’e (duâya) kasr edersek (onunla sınırlı tutarsak), bunların istiğase ibâdettir zırva hükümlerine bu hadîsi delîl gösterebilmeleri için ;الدُّعاَءُ=/ed-duâu lafzındaki ;ال=/elif lâm’ın cins[Buna göre, duâ cinsinden ne varsa, bütün nevi ve fertleriyle] veya istiğrak (bütün duâları içine alacak duâ) ma’nâsında olması lâzım gelir. Hâlbuki, buradaki;ال=/elif lâm cins veya istiğrak ma’nâsında değildir. Bunun böyle olduğunun bürhânlarının birincisi de imâmların getirdiği yukarıdaki âyetlerdir.
Ayrıca, bir aklî burhan daha vardır ki, o da şudur: Şâyet buradaki ;ال=/elif lâmın cins veya istiğrak ma’nâsı ifâde ettiğini söylersek, yani her bir duâ ibâdettir dersek, Ey Falancı bana şunu ver sözü de bir duâ/çağırma ihtiva ettiğinden ibâdet, dolayısıyla da şirk olacaktı. Eğer, ey falancı bana şunu ver’deki çağırmayı (duâyı) ibâdetin dışında bırakıyorlarsa, bu ;ال=/elif lâm’in cins veya istiğrak ma’nâsında olmadığını söylüyorlar ki, bu takdirde, hadîste onlar için bir delîl kalmıyor.
Şu hâlde hadîsteki ;ال=/elif lâm ahd/bilinirlik, belirlilik ma’nâ-sı içindir. Yanibilinen belli bir duâ/çağırma, ibâdettir. Böylece, hadîste anlatılan duâ, bilinen belli bir duâ olmuş oluyorki, o da, Allah celle celâluhû’ya yapılan duâdır. Yani, Allah celle celâluhû’ya (veya ilâhlık pâyesi verilenlere) yapılan duâ ibâdet-lerin en büyüklerindendir demek olur. Bu Hacc, Arafat(ta vakfe yapmak)dır hadîsi gibidir. Yani, vakfe hacda en büyük rükündür demeye benzer. Hadîste geçen (ve ibâdet olduğu söylenen) duâ’nın, her duâ değil de Allah celle celâluhû’ya yapılan duâ olduğunu birçok luğatçı da tahkik etmişlerdir.
İbnü Rüşd ve el-Karâfî Şerhu’t-Tenkîh’te açıkca şöylesöylemişlerdir:
Suâl, talebin kısımlarındandır. Bu, aşağıdakinin yukarıdakinden istemesidir. Bu suâl (istek), Allah celle celâluhû’dan olunca, duâ diye isimlendirilir. Allah celle celâlühû’dan başkasından olan isteklere duâ denmez.Allah celle celâlühû’dan başkasından yapılan isteklere mücerred (başlıbaşına sırf) duâ denmezse bu talebe (isteğe) ibâdet hiç denmez.[16]
[16] El-Fecru’s-Sâdık(52-53)