Şirkin gerçek sebepleri nelerdir!!

Plaats een reactie

Yapılan işlerin asıl fail olan Allah ‘a değil de, fiillerin yaratılmasına birer vesile olan mecazi failiere nispet edilebiliyor olması iyi anlaşılamadığı için, iman ve şirk değerlendirmesinde sıklıkla hataya düşülmektedir.

Mecazi ya da hakiki anlam ayrımını kabul etmeyen bazı insanlara göre, fiilin gerçekleşmesinde vasıta olan kişi için “işi bu kişi yapmıştır” gibi bir şey söylendiği takdirde,

مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَ

“Biz o putlara, ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (Zümer 3) ayet-i kerimesinin hükmü gereğince şirke düşülmüş olur.
Böyle bir iddia asla kabul edilemez. Bu ayetin bu şekilde bir delil olduğunu iddia etmek, ayeti bağlarnından kopararak keyfe keder verilen bir manadır.
Şöyle ki, bu ayeti kerime, müşriklerin Allah’tan başka putlan ilah edinip Allah’ın rububiyetinde ortak gördüklerini ve o putlara ibadet ettiklerini açıkça ifade etmektedir. Müşrikler, putları Allah’tan başka rabler kabul edip onlara ibadet ettikleri için müşrik ve kafır olmuşlardır. Yaptıklan bu ibadetin Allah’a yakınlığa vesile olduğunu iddia etmektedirler.

Burada açıklanması gereken önemli bir husus daha vardır. Allah -celle celaluhu’nun bizlere aktardığı müşriklerin sözlerinden -müşriklerin kendi iddialarına göre- şu anlaşılmaktadır: Onlar putlara ibadet ederken aslında istekli değiller ve bu ibadeti yapmayı istemedikleri halde sadece Allah’a yakınlığa sebep olduğu için yapmaktadırlar. Bu ayeti böyle anlamak durumundayız. Zira eğer müşrikler gerçekten bu iddialarında doğru söylüyor olsalardı, doğal olarak Allah -celle celaluhu’yu o putlardan daha büyük görüp putlara değil de Allah’a ibadet etmeleri gerekirdi. Müşrikler bu söylediklerini, şirklerinin üstünü örtebilmek için bir mazaret olarak ileri sürmektedir.
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِم مَرْجِعُهُم
ْ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

“Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin ki onlarda bir ilim olmaksızın Allah’a sövmesin. İşte biz böylece her ümmete yapıp ettiklerini süsledik. Sonra rablerine döndürülecekler ve Allah onlara kendi yaptıklarını haber verecektir” (En’am 108) ayeti kerimesi, Müslümanlan onların putlanna sövmekten alı koymuştur.

Abdürezzak, Abd İbni Humeyd, İbni Cerir, İbni Münzir, İbni Eb!
Hatem ve Ebu Şeyh, bu ayetin tefsiri ile alakah Katade -radıyallahu anh’dan şu rivayeti nakl etmişlerdir:

“Müslümanlar kafirlerin putlarına söverler onlar da bunun üzerine
Allah hakkında ileri geri konuşurlardı. Bunun üzerine:
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ
“Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin…” (Enam 108) ayet-i kerimesi nazil oldu. Bu ayetin nüzul sebebi bu olaydır. Kur’an, Mekke putperestlerinin tapındığı taşların kusur ve eksikliklerini dillendirmeyi yasaklayarak haram etmiştir. Zira Müslümanların, putların kusurlarını ortaya koyan sözleri, putların menfaat ve zarar verebileceğine gerçekten inanan putperesderin putlara bestedikleri bağlılık duygularını tahrik etmekteydi.
Sinirlenen putperestler Müslümanlara ayni ile mukabele edip her noksanlıktan münezzeh olan alemierin Rabbine noksanlık izafe ederek sövmekteydiler.

Imdi eğer bunlar gerçekten Allah’a yakınlık için ibadet ettikleri iddiasında tutarlı olsaydılar, intikam almak için kendi ilahlan olduğunu söyledikleri Allah’a sövmezlerdi. Bu yaptıkları göstermektedir ki Allah’ın onlar nezdindeki değeri, kesinlikle putlarından daha azdır.
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ
“Eğer gökleri ve yeri kim yarattı diye onlara soracak olsan elbette Allah yarattı derler” (Lokman 25) ayet-i kerimesi de bu manayı teyid etmektedir. Yani eğer gerçekten putların değil de Allah ‘ın gerçek
yaratıcı olduğuna inanıyor olsalardı sadece Allah’a ibadet ederlerdi. Yada en azından Allah’a olan saygı ve hürmetleri putlardan daha fazla olurdu.

Şimdi soruyoruz: Putları hakkında söylenilenlerden tahrik olup Allah
celle celaluhu’dan intikam almak adına putperesderin bu yaptıkları, Allah’ı yüceltip saygı gösteren bir insanın yapabileceği şeyler midir? Elbette ki hayır.
Allah’ın müşrikler nezdindeki değerinin o taşlardan daha değersiz olduğuna delalet eden ayeti kerimeler sadece bunlardan ibaret değildir.
وَجَعَلُواْ لِلّهِ مِمِّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالأَنْعَامِ نَصِيباً فَقَالُواْ هَـذَا لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـذَا لِشُرَكَآئِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَآئِهِمْ فَلاَ يَصِل
ُ إِلَى اللّهِ وَمَا كَانَ لِلّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَآئِهِمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

“Tuttular Allah’ın yarattığı ekin ve davarlardan ona hisse ayırdılar ve kendi zanlarınca “Bu Allah’ın, bu da Allah’a ortak koştuğumuz putların” dediler. Ortak koşulan putlar için olanlar Allah tarafına ulaşmaz ama Allah için olanlar putların tarafına ulaşır. Ne kötü hüküm veriyorlar ” (En’am 136)

Eğer Allah’ın onlar nezdindeki değeri putlardan daha az olmamış olsaydı,
bu ayeti kerimenin bize hikaye ettiği tercihte asla bulunmazlar ve
Allah -celle celaluhu-‘nün

سَاء مَا يَحْكُمُونَ
“Ne kötü hüküm veriyorlar” (Enam 136) kavline müstahak olmazlardı.

Ebu Sufyan -radıyallahu anh- ‘ın Müslüman olmadan önce kendi ilahlarının ve ordusunun müminlere ve alemierin rabbi olan Allah’a galip olması için “Hubel aziz olsun” diyerek putları olan Hubel’e dua etmesi, müşriklerin putlara ve Allah -ce lle celaluhu-‘ya nasıl bakıp inandıklarını göstermeye yeterli bir misaldir.

Anlattıklarımız iyi anlaşılmalıdır. Zira birçok insan bu noktayı anlayamadıkları için, yanlış çıkarımlar yapmakta ve batıl fikirlerini buna dayandırmaktadırlar.

Allah -celle cetaluhu- Müslümanlara namaz kıtarken Kabe’ye yönelerek -yapılan ibadet Kabe için yapılmadığı halde- ibadet etmelerini ve onu kıble edinmelerini emretmiştir. Hacerü’I-Esved’i öpmek, Allah’a kulluk ve Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e ittiba için yapılır.
Buna rağmen birisi Kabe ya da Hacerü’l-Esved’c ibadet ettiğini düşünürse, aynı putperestler gibi o da müşrik olur.
Bu durumda vasıta kullanan herkesi müşrik kabul etmek mümkün değildir.
Zira vasıta kullanmak kaçınılmaz bir durumdur. Aksi takdirde her
işinde bir vasıta kullanan insanlan müşrik addetmek zorunda kalınz.
Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e Kur’an, Cebrail -aleyhisselam- vasıtasıyla nazil edilmiştir. Peygamberimiz -sallallahu aleyhive sellem- Sahabeyi kiram -radıyallahu anhum- için en büyük vasıtadır. Sahabe, sıkıntılı zamanlannda onun yanına sığınır, sıkıntılarını ona anlatır, onu Allah’a vesile eder ve ondan dua isterlerdi. Onların bu isteklerinin üstüne Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- asla onlara: “Siz müşrik ve kafir oldunuz. Sıkıntılarımza benden çare aramanız ve benden
bir şey istemeniz caiz değildir. Gidin ve kendi başınıza size benden daha yakın olan Allah’tan isteyin” gibi bir şey dememiştir. Bilakis, onlar adına Allah’tan istekte bulunmuştur.

Bununla beraber elbette ki bütün sahabe kesin olarak şunu bilmekteydiler; gerçekte istenileni verebilecek olan sadece Rezzak olan Allah – celle cellaluhu-‘dur. Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- de verdiği şeyleri Allah ‘ın izniyle vermektedir.

إنما أنا قاسم والله معط
“Ben ancak taksim ederim. Gerçekte veren Allah’tır” diyen yine Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kendisidir.

Öyleyse, herhangi birisi için “o, sıkıntıyı giderdi ve ihtiyacımı gördü” demek, o işin olmasına vesile oldu demektir.
Kim, iki dünyanın en şereflisi, cinlerin ve insanların efendisi, Allah’ın
bütün mahlukatının her anlamda en değeriisi olan yüce Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘e i’tiraz edebilir? O değil midir ‘sahih’ bir rivayette:
من فرج عن مؤمن كربة من كرب الدنيا
“Kim ki mümin kardeşinin dünyada bir sıkıntısını giderirse…” diye buyuran. Mümini, sıkıntıları gideren olarak vasıflanmıştır.
من قضى لأخيه حاجة كنت واقفاً عند ميزانه فإن رجح وإلا شفعت له
“Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse onun mizanı önünde duracak ve ağır basmasını bekleyeceğim. Ağır gelmese şefaat edeceğim” diye buyuran, müminleri, “ihtiyaçları giderici” olarak tavsif eden O -sallallahu aleyhi ve sellem- değil midir?
Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- sahih rivayetlerde:
من ستر مسلماً
“Kim bir müminin ayıbını örterse…”
أن لله عز وجل خلقاً يفزع إليهم في الحوائج
“Allah’ın öyle mahlûkatı var ki sıkıntılı anlarda onlara müracaat edilir”
والله في عون العبد ما دام العبد في عون أخيه
“Allah, kardeşine yardım ettiği sürece kulunun yardımındadır”
من أغاث ملهوفاً كتب الله له ثلاثاً وتسعين حسنة
“Kim sıkıntısı olan birisine yardım ederse Allah ona doksan üç hasene yazar” diye buyurmuştur?

Bu rivayetlerde müminler, sıkıntıyı gideren yardım eden, ayıpları gizleyen ve kendisine müracaat edilen kişiler olarak tavsif edilmiştir. Halbuki sıkıntıları gideren, ihtiyaçlan veren, ayıpları örten ve yardım eden gerçekte Allah’tır. işlerin yerine getirilmesinde bir vasıta oldukları için, fiillerin Müminlere nispet edilmesinde bir beis bulunmamaktadır.

İstiğfar eden ve mescitleri imar eden insanlardan dolayı, Allah ‘ın
yeryüzünden azabı kaldırdığına, onlar sayesinde diğerlerini
rızıklandırdığına, belaları onlar sayesinde defettiğine delalet eden birçok hadisi şerif bulunmaktadır.

Taberani “Kebirde, Beyhaki’de “Sünen’de nakletmiştir: Mani ed Deylemi -radıyallahu anh- Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
لولا عباد لله ركع وصبية رضع وبهائم رتع لصب عليكم العذاب صباً ثم رضّ رضا
“Eğer yeryüzünde Allah’ın rükû eden kulları, süt emen sabiler, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap yağdırır ve sizi helak ederdi.”

Buhari, Sad İbni Ebi Vakkas -radıyallâhu anh-’ın şöyle rivayet ettiğini nakletmiştir:
هل تنصرون وترزقون إلا بضعفائكم
“Siz ancak aranızdaki zayıflar sayesinde yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.”

Tirmizi ve Hakim sahih bir senetle Enes -radıyallâhu anh-’dan şöyle nakletmişlerdir:
لعلك ترزق به
“Umulur ki onun sayesinde rızıklandırılırsınız.”

Abdullah İbni Ömer -radıyallâhu anh-’dan naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إن لله عز وجل خلقاً خلقهم لحوائج الناس يفزع إليهم الناس في حوائجهم أولئك الآمنون من عذاب الله تعالى
“Muhakkak Allah, insanların ihtiyaçları için kendilerine müracaat edecekleri insanlar yaratmıştır. İşte onlar Allah’ın azabından emin olanlardır.”

Cabir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’tan rivayetle Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إن الله ليصلح بصلاح الرجل المسلم ولده وولد ولده وأهل دويرته ودويرات حوله ولا يزالون في حفظ الله عز
وجل ما دام فيهم
“Muhakkak Allah, salih bir adamın salihliğinden dolayı çocuğunu ve çocuğunun çocuğunu, beldesini ve çevresindeki beldeleri de salaha erdirir. Ve o aralarında bulunduğu sürece onları muhafaza eder”

İbni Ömer -radıyallâhu anh-’dan naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur:
إن الله ليدفع بالمسلم الصالح عن مائة أهل بيت من جيرانه بلاء
“Muhakkak ki Allah, bir salih kul vesilesiyle komşularından yüz evden musibet ve belayı def eder”
Sonra da İbni Ömer -radıyallâhu anh- şu ayeti okumuştur:
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الأَرْضُ
“Allah’ın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmasaydı elbette yeryüzü fesada uğrardı.” (Bakara 251)

Sevban, ‘merfu’ olarak Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den şu rivayeti yapmıştır:
لا يزال فيكم سبعة بهم تنصرون وبهم تمطرون وبهم ترزقون حتى يأتي أمر الله
“İçinizde daima yedi kişi bulunur ki onlar sayesinde yardım olunur, onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve onlar sayesinde rızıklandırılırsınız. Allah’ın emri gelene dek bu böyle sürüp gider”

Ubade bin Samit’ten naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
الأبدال في أمتي ثلاثون بهم ترزقون وبهم تمطرون وبهم تنصرون
“Ümmetimde otuz tane ‘abdal’ vardır. Onlar sayesinde rızıklandırılır, onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve onlar sayesinde yardım olunursunuz.”

Katade “Sanıyorum Hasan (Basri?) onlardan biridir” demiştir.

İbni Kesir bu son dört hadisi şerifi tefsirinde
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ
“Allah’ın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmasaydı…” (Bakara 251) ayetinin açıklamasını yaparken zikretmiştir. Hadislerin hepsinin toplamı, sahih seviyesine çıkmakla delil olmaya salahiyetli hale gelmiştir.

Enes -radıyallâhu anh-’dan rivayetle Rasulüllah Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
لن تخلو الأرض من أربعين رجلاً مثل خليل الرحمن ، فبهم تسقون وبهم تنصرون ما مات منهم أحد إلا أبدل الله
مكانه آخر
“Yeryüzü, Halilü’r-Rahman Hz. İbrahim gibi kırk kişiden asla boş kalmayacaktır. Onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve yardım olunursunuz. Ne zaman onlardan biri vefat etse Allah yerine bir başkasını koyar.”

Tevhid ve iman günü olan mahşerde, arşın açığa çıktığı o günde vasıtayı uzma olan vesilelerin en büyüğü meydana çıkar. O, livaü’l-hamd’ın, makam-ı Mahmud’un ve havz-ı kevser’in sahibi olan, şefaati asla geri çevrilmeyen şefaatçi, ümmetini hüsrana ve üzüntüye düşürmekten sakınan, aldığının karşılığını muhakkak veren, hüsnü zanları boşa çıkarmayan vaatlerin sahibi olan Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.

O gün, tüm insanlar ona yönelecek ve ondan şefaat dileneceklerdir. O -sallallahu aleyhi ve sellem- de, Allah’ın “ey Muhammed! Şefaat et, kabul edilecektir. İste, Sana verilecektir” hitabıyla vücud bulan, ihsan hırkası ve ikram tacı sayesinde ümmetinin isteklerine karşılık verecektir.

 

[Seyyid Alevi el Maliki, Mefahim, s.83-90]

 

Nebi sallallahu aleyhi vesellem in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirler

Plaats een reactie

Merakil Felah bi İmdadil Fettah(sefaat)(isaretli)
Hanefi fukahasından Ebul ihlas Eş Şurunbulali Nebi sallallahu aleyhi vesellem in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirleri anlatıyor ;

وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمين لأنفسنا, مستغفرين لذنوبنا, فاشفَعْ لنا إلى ربك, واسأله أن يُمِيتَنا على سنّتِك, وأن يَحشُرَنا في زُمْرتِك, وأن يُوْرِدَنا حَوْضَك, وأن يُسقِيَنا بكأسِك غيرَ خَزَايَا ولا نَدامى, الشفاعة الشفاعة الشفاعة يا رسولَ الله – يقولها ثلاثا – { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْأِيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ }, وتُبلِّغه سلامَ من أوْصاك به فتقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يتشفَّع بك إلى ربك فاشفَعْ له وللمسلمين

Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar ederek geldik. Bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmalık olmadan kasenle içirmesini iste. Şefaat Şefaat Şefaat Ya Rasulullallah.Bunu üç defa der.
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin (Haşr 10)
sonra kendisiyle selam gönderenlerin selamını ileterek dersin ki ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve müslümanlara şefaat et.

[Ebu İshak Eş Şurunbulali : Merakil Felah bi İmdadil Fettah ]

Vehhabiler derki şirk, Alimleri derki bidat!!

Plaats een reactie

Ibni Baaz ve tevessül bahsi:

Değerli kardeşlerimiz,Vehhabi akidesinin inanç esaslarini kaynaklariyla birlikte paylaşmağa devam ediyoruz.Şimdi Tevessül eden müslümanlar müşrik diyen vehhabilerin gerçekte kendi akidelerinden habersiz olduklarini senetleriyle göstereceğiz:

Vehhabiler nezdinde itibar gören bir alim… Abdul Aziz bin Abdullah bin Bazz (1330-1420 h/ 1917-1999 m) Tevessül hakkinda verilen soruya cevabinda bu amelin şirk olmadığıni söylüyor ve diyor ki:
أما إذا توسل بجاه النبي صلى الله عليه وسلم وقال: اللهم إني أسألك يا رب بجاه محمد أو بحق محمد; فهذا بدعة عند جمهور أهل العلم، ونقص في الإيمان وضعف، ولا يكون مشركا ولا يكون كافرا بل هو مسلم، لكن يكون هذا نقصا في الإيمان وضعفا في الإيمان مثل بقية المعاصي والبدع التي لا تخرج من الدين؛ لأن الدعاء ووسائل الدعاء توقيفية، ولم يرد في الشرع ما يدل على أن التوسل بجاه النبي صلى الله عليه وسلم من الوسائل الشرعية، بل هذا مما أحدثه الناس.فالقول بالتوسل بجاه النبي صلى الله عليه وسلم، أو بجاه الأنبياء، أو بحق النبي، أو بحق الأنبياء، أو بجاه فلان أو بجاه علي، أو بجاه أهل البيت، كل هذا من البدع، والواجب ترك ذلك لكن ليس بشرك، وإنما هو من وسائل الشرك وليس بشرك، ولا يكون صاحبه مشركا، بل هو مسلم ولكن أتى ببدعة تنقص الإيمان وتضعف الإيمان عند جمهور أهل العلم، لأن الوسائل في الدعاء توقيفية، فالمسلم يتوسل بأسماء الله وصفاته، كما قال الله عز وجل: وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا الأعراف: 180

“Nəbinin – sallallahu aleyhi ve sellemin- hürmetiyle tevessül edib böyle derse: “Allahım, Ya Rabbim senden Muhammedin hürmetiyle ve ya hakki için istiyorum”… İlim ehlinin cumhuru katinda bu BİDATTİR, imanda bir noksan ve zayifliktir.
Bu AMELLE MÜŞRİK VE KAFİR OLMAZ! aksine o Müslümandir. Ama bu imanda bir noksan, imanda bir zayifliktir… Dinden cikarmayan günah ve bidat kalıntısı gibi.
Çünki, dua ve dua vesileleri nassa dayalıdır. Nebinin – sallallahu aleyhi ve sellem – hürmetiyle tevessülün şeri vesilelerle olduğuna dalalet eden bir şey şeriatda mevcut olmamışdır. Aksine, bu insanların çıkardığı bir şeydir.
Nebinin – sallallahu aleyhi ve sellem – hürmetiyle ve ya Nebilərin hürmetiyle ve ya Nebinin hakkı ile ve ya Nebilərin hakkıyla ve ya falan adamın hürmetiyle, Alinin hümetiyle ve ya Ehli Beytin hürmetiyle (radiyallahu anhum) tevessül etmek hakda görüş bütün bunların BİDATLARDAN olmasıdır.
Vacib olan bunun terk edilmesidir. Lakin, BU ŞİRK DEĞİL! Bu sadece şirk vesilelerindendir, şirk deyildir. BU AMELİN SAHİBİ MÜŞRİK OLMAZ! aksine o MÜSLÜMANDİR. Lakin, o cumhur alimlere görə imanı noksanlndiran ve zayiflardan bir bidat etmişdir. Çünki, duadakı vesileler nassa dayalıdır. Müslüman, Allahın – Azze ve Celle – ayesində olduğu gibi, Yüce Allahın isimleri ve sifatlariyla tevessül eder: “En güzəl isimler Allahındır, Ona bunlarla dua edin.” (El Araf: 7/180)”
Kaynak: Abdul Aziz bin Baz: Fətava Nurun Ala ed Derb: 1/323/

http://www.binbaz.org.sa/mat/168 bu siteden okuyabilirsiniz

Gördüğümüz gibi, İbn Bazz açık şekilde bu amelin şirk olmadığını söylüyor. Öyle ise kendilerini selefiyye nispet eden ve bu ameli şirk sayanların hali nedir? Heva ve hevese köle olmaktan Allaha sığınırız.

İbn Bazin “cuhmur alimler katinda bu amel bidatdir” sözüne gelince… Bu söz hakikate uygun deyil ve ilim ehlinden bu meselede fikir beyan edenlerin cumhuruna göre bu amel caiz və güzeldir. Bu konu hakkinda ise sayfamizda yeterince deliller sunduk zamanlada eklemeler olacak biiznillah

Şefaat

Plaats een reactie

Hüccetü’l-İslam İmam Gazall, şefaat inancı konusunda ölçü niteliğinde önemli izahlarda bulunmuştur:

“Şefaat beklentisine girmek suretiyle takvayı terk edip isyana dalmak, bir hastanın akrabasından olan bir hekime itimad ederek kendisini tehlikelere atmasına benzer. Zira tabi b, her hastalığı de­ ğil, bazı hastalıklan tedavi edebilir. Artık tabibe bel bağlayarak, hastanın zararlı yemekleri yemesi caiz olmaz. Çünkü tabib her hastalığa müdahale edemez. İşte Peygamber ve salihterin yakın­ larına ve mensupianna yapılacak şefaati de bu şekilde anlamak gerekir. Bu idrak ve anlayış, korku ve sakınma duygusunu bir an bile ortadan kaldırmaz. Nasıl kaldırsın, peygamberden sonra en
hayırlı halefi sahabe-i kirarn olduğu halde, onlar bile toz-toprak olmayı temenni etmişler, ahiret korkusundan dolayı birer hay­van olmayı istemişlerdir. Halbuki bunlar, kalpleri temiz, amelleri güzel, takva sahibi olgun insanlardır. Mahza kendilerine mahsus olarak Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından cennetle müjdelendikleri halde, sırf peygamberimizin şefaatine bel bağlamamışlar; korku
ve haşyeti bir an olsun kalplerinden çıkarmamışlardır. Kaldı ki, sohbet ve öncülükte onlar gibi olmayan, onların seviyesine hiç­bir zaman ulaşamayanlar, nasıl şefaate güvenebilirler?
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, III/332.]

“Bil ki, bir kısım müminlerin cehenneme girişi gerçekleşince, Yüce Allah, lütfu ve merhametiyle peygamberlerin, sıddiklerin, hatta alimlerin, salihterin ve Allah katında ameli iyi ve itibarlı olan herkesin onlara şefaatte bulunmasını kabul eder. Bu kimseler,
ailesine, akrabalarına, arkadaş ve tanıdıklarına şefaat edebilirler. Bu nedenle onların katında kendin için bir mevki (rütbe) edin­ me konusunda hırslı ol. Şöyle ki: Kesinlikle hiçbir insanı küçük görme. Zira Allah Teala, velilerini kulları arasında gizler. Belki
de senin gözünün tutmadığı ve hoşlanmadığın kimse Allah’ın ve­ lisidir, bilemezsin ki!. Bir de asla hiçbir günahı küçümseme! Zira Yüce Allah, gazabını kendisine karşı işlenen günahlar içinde giz­ler. Bilemezsin, belki de Allah’ın gazabı senin önemsemediğin o
günahtadır. Hiçbir itaat ve iyiliği de küçük görmeyesin; zira Allah, rızasını o iyilik içinde gizlemiş olabilir. Velev ki, bu amel güzel bir kelime, veya bir lokma, ya da iyi bir niyet olsa da.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, IV/476.]

“Bilmiş ol ki; her Müslüman Resul-i Ekrem’in şefaatini bekler. Asıl olan akrabası da bunu öncelikle bekler. Fakat müttakilerden olup, Allah’ın gazabına uğrayanlardan olmamak şarttır. Allah Teala, gazaplandığı kimseye şefaat izni vermez. Zira günahların bir kısmı vardır ki, Allah’ın mekrini, gazabını icab ettirir. Bu hususta şefaate izin verilmez. Bir de, şefaat saye­sinde afvolunacak günahlar vardır, afvolunmayacak günahlar vardır. Mesela, dünya hükümdarlarının yanmda işlenen suçlar:
Bir kimse hükümdar nezdinde ne kadar itibarlı olursa olsun, onun şiddetle gazap ettiği hususlarda şefaatçi olmaya kalkışamaz. Öyle suçlar vardır ki, affettirme cesareti bile kimsede görülmez. Günahlarda da hüküm böyledir. Öyle günahlar var ki, bunlara
şefaat yapılamaz ve şefaat ile cezanın önüne geçilemez.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, lll/331.]

Büyük mutasavvıf ve müfessir Haris el-Muhasibi ise, şefaat konusundaki kanaatini kısaca şöyle ifade etmiştir: “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), yakınlarına şefaat edeceğine göre, aynı şekilde her salih insan da akrabalarına şefaatte bulunacaktır. Ancak, Allah’ın gazap ettiği kimselere hiçbir peygamber veya başka birinin şefaat etmesine izin verilmemiştir. Görmez misin ki, Allah, melekleri hakkında “Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat ede­bileceklerdir” buyurmuştur?”
[Ebu Abdullah el-Haris el-Muhasibi, er-Riaye li hukukıllah, s.364. ]

Yahudilerin tevessülü(Peygamberimizin hayatindan önce)

Plaats een reactie

Imam kurtubi tefsiri, bakara 89

Imam kurtubi tefsiri, bakara 89

Yahudilerde araci olarak Peygamber – aleyhi’s-salatu ve’s-selam –

Bi Hakki Muhammed(sav), Peygamber Efendimiz(sav)’in hakki için, bu cümle yahudiler için bile zafer vermistir, Kur’an bunu güzel kelimeleriyle kanitliyor:

Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun. (Sure-i Bakara, 89)

1. Imam Kurtubî

imam Kurtubî bu gelenek ile ilgili, ibni Abbâs’in sözlerini aktariyor:

قال ابن عباس : كانت يهود خيبر تقاتل غطفان فلما التقوا هزمت يهود , فعادت يهود بهذا الدعاء وقالوا : إنا نسألك بحق النبي الأمي الذي وعدتنا أن تخرجه لنا في آخر الزمان إلا تنصرنا عليهم . قال : فكانوا إذا التقوا دعوا بهذا الدعاء فهزموا غطفان , فلما بعث النبي صلى الله عليه وسلم كفروا , فأنزل الله تعالى : ” وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا ” أي بك يا محمد

Hayber yahudileri, sikca Gatafan kabilesiyle savasiyorlardi. Savasin sonunda yahudiler kaybettiler. Yahudiler tekrar saldirdiklarinda, su sekilde duâ ettiler:”(Ey Allahim), Bize ahir zamanda gönderecegini söz verdigin, ümmî olan peygamberin(sav) hürmetine, bize onlara karsi yardim et.” Ibbni Abbâs sunu ekliyor: her düsmanlariyla karsilastiklarinda bu sekilde dua ettiler, ve Gatafan kabilesini yendiler. Ama peygamberimiz(sav) geldiginde, onu inkar ettiler. O zaman yüce Allah bu ayeti indirdi: “Ve önceden kendileri düsmana karsi zafer için dua ettiklerinde(Son peygamber, Muhammed(sav) ve ona inen kuran’in vesilesiyle),” bu senin vesilen ile ya Muhammed (sav).

[Kurtubi El Camiul Ahkamul Kur’an, bakara 89 tefsirinde]

2. Mahmud Alusî

وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا نزلت في بني قريظة والنضير كانوا يستفتحون على الأوس والخزرج برسول الله صلى الله عليه وآله وسلم قبل مبعثه قاله ابن عباس وقتادة والمعنى يطلبون من الله تعالى أن ينصرهم به على المشركين كما روى السدي أنهم كانوا إذا اشتد الحرب بينهم وبين المشركين أخرجوا التوراة ووضعوا أيديهم على موضع ذكر النبي صلى الله عليه وآله وسلم وقالوا:اللهم إنا نسألك بحق نبيك الذي وعدتنا أن تبعثه في آخر الزمان أن تنصرنا اليوم على عدونا فينصرون فلما جاءهم ما عرفوا كفروا به كنى عن الكتاب المتقدم بما عرفوا لأن معرفة من أنزل عليه معرفة له ووجه الدلالة من هذه الآية ظاهر فإن الله سبحانه أقر استفتاح اليهود بالرسول ولم ينكره عليهم وإنما ذمهم على الكفر والجحود بعد إذ شاهدوا بركة الاستفتاح بالنبي صلى الله عليه وآله وسلم .

Bu ayet Beni Kureyze ve Beni Nadir hakkinda inmistir, onlar Evs ve Khazraj’a karsi zafer için dua ediyordular, bu peygamber efendimiz(sav)’in peygamberliginden öncedir. Ibni Abbas ve Katâde, ayni gerçek için ifade verdi. Mânasi: Müsriklere karsi zafer için, o(peygamberimiz sav)’nun vesilesiyle, Allah’a duâ ettiler. Es-Sudiyy: Onlar ve müsrikler arasinda savas var iken, tevrati açtilar ve ellerini peygamberin(sav) yazildigi yere bastilar ve duâ ettiler: “Ey Allahim, biz sana, bize gonderecegini söz

verdigin ahir zaman peygamberinin vesilesiyle duâ ediyoruz; bize bugun düsmanlarimiza karsi zafer ver.” Ve bu duadan sonra savasi yendiler.

[Mahmud Alûsî, Rûhul mânî(1:320) ]

3. Imam Celalettin Mahallî ve Celalettin Suyûtî

Yahudiler su sekilde dua ediyordular:

“Ey Allahim, bize, ahir zaman peygamberinin vesilesiyle zafer ver”

[ Mahallî ve Suyûtî, Tefsir ul Celaleyn(s.14) ]

4. Imam ibni Kesir

Dedi ki:

Yahudiler, Arap müsrklerini yenmek için, Muhammedin(sav) vesilesiyle dua ediyordular.

[Ibni kesir, Tefsir ül, Kuranül azîm]

5.Imam Suyûtî

Imam Suyûtî, Ibni Abbas’in yetkisiyle 2 gelenek anlatiyor:

Beni Kureyzenin ve Beni Nadirin yahudileri, peygamber efendimiz(sav)’den once kafirlere karsi zafer için dua ederdiler: “Ey Allahim, ümmî olan peygamberin vesilesiyle, bize zafer nasib eyle.” Ve onlar muzaffer oldular.

Medinenin yahudileri, peygamberin(sav) gelmesinden once, kafir arap(kabileleriyle)– Esad Gatafan, Cüheyne ve Uzra – savaslarinda, onlara karsi zafer için Allah’in Resûlunu çagirirdilar. Derdiler ki: Ey Allahim, Ya Rabbim, gelecek peygamberin(sav) ve kitabin hakki için, bizi onlara karsi muzaffer eyle.

[Suyûtî, ad-Durr-ul-manthūr (1:88) ]
Benzer rivayetlerin kaynakları:

1. Abdullah bin Muslim bin Kuteybe, Tefsir Garibil Kuran,sayfa 58)

2. Ibn Cerir Taberi, Camiul Beyan, 1:325

3. Begavi, Mealimut tenzil, 1:93

4. Ebu’l Fazl al mibadi, Keşf’ul esrar ve uddetul ebrar, 1:272

5. Ibn’ul Cevzi, Ilm’it Tefsir, 1:114

6. Mucahid bin Cubeyr, Tefsir, 1:83

7. Beydavi, Tefsir, 1:122

8. Nesefi, el-Medarik, 2:61

9. Hazin, Lubebut tevil fi meani’t tenzil, 1:65

10.Ebu Hayyan Endelusi, Tefsirul Bahril muhit, 1:303

11. Ibrahim bin Ömer Bikai, Nezmud derar fi tenasubil ayet ves suver, 2:37-7

12. Abdurrahman Hasan Huseyin, Camiul beyan fi tefsiril Kuran, 1:23

13. Abu Suud Amadi, Mezeyel Kuranul kerim, 1:128

14.Ismail Hakki, Ruhul Beyan,1:179

15.Suleyman bin Ömer, el Futuhatul aliyye, 1:77-8

16. Şevkani, Fethul Kadir, 1:112

17.Muhammed Reşid Reza,tefsirul Menar, 1:381

18. Ibn Cuzey, Kitabul Taşhil li ulumit tenzil, 1:53

19.  Hatib Şurbini, es Siracul munir, 1:76

20. Zuhayli, et Tefsirul Munir, 1:219-20

21. Tentavi Cevher, el Cevahir fi tefsiril Kuranul kerim, 1:96

Following traditionists and biographers also narrated the same tradition:

22. Hakim, el Mustedrek, 2:263

23. Acurri, eş-şeriat, 446-8

24. Beyhaki, delailun nubuvve, 2:76-7

25.Ebu Nuaym , delailun nubuvve, 44-5

26. Ibn Kesir, el bidaye ven nihaye, 2:274-5

Resulullah’ı Ziyaretin Edebleri

Plaats een reactie

Allama Ibn Hacer “Cevherü’l-münazzam”da şöyle ifade edilmektedir:

Bir arabi, kabri şerifin baş ucuna durup şöyle demişti:

“Ey Allah’ım, şu kabirde medfun bulunan zat, Habibin; ben de, senin kulunum; şeytan ise düşmanındır. Eğer beni yarlığayacak olursan, Habibin sevinir, kulun kurtulur. düşmanın olan iblis gadablanır. Eğer sen beni yarlığamaz isen Habibin bana gadap eder, düşmanın hoşnud otur ve ben kulun da hetak olurum. Ey Rabbim, sen Habibini gadablandırmak, düşmanını hoşnut etmek ve kulunu helak etmekten hoşlanmayan bir keremkarsın. Arablar arasında kadri ali bir kişi vefat ettiğınde, kabri başında köle azad ederler. Şu muhterem zat, kainatın efendisidir. Ey esirgeyenlerin en merhametlisi, sen de onun kabri başında beni ateşten azad ediver.”

Orada bulunanların bir kısmı: “Ey Arab kardeş, bu güzel isteyişin sebebiyle, Allah seni affetsin ” dediler.

Resülüllah Efendimizin, kabrinde hayatta olduğuna biz ittifak etmişizdir. O kendisine gelen ziyaretçisini tanır. Madem ki o hayattadır, ziyaretçisini kendisine dönük ve kıbleyi arkasına almış olarak kabul eder. Kabrinin iç kısmında ziyarette bulunulduğu zaman da böyle hareket edilir.

Allame Zürkaani, “Mevahib” şerhinde diyor ki: Maliki kitabları, Resülüllah Efendimizin kabrine yüzünü dönerek ve kıbleyi de arkasına almış bir şekilde dua etmenin müstehab olduğuna dair açıklamalarla doludur.

Hanbeli mezhebi muhakkikleri yanında racih olan, diğer mezheplerde olduğu gibi, ziyaretçinin yönünü kabr-i şerife çevirmesidir. Tevessül hakkındaki hüküm de böyledir. Hanbelilerin muhakkiklerine göre tevessül, caiz hatta müstehabtır. Zira bu husustaki hadislerin delaleti bunu ifade etmektedir.

[Yusuf Nebhani,Şevâhidü’l-Hak, sayfa 163-164]

 

ruhların tasarrufu ve tevessül

Plaats een reactie

Şeyh Remli demiştir ki: Vefatlarından sonra enbiyaü mürselin ve evliyaullah’ın imdada erişmek tasarrufu vardır. Zira peygamberlerin
mucizesi ve velilerin kerametleri, vefatlarından sonra kesilmez. Peygamberlere gelince, onlar kabirlerinde cavidani bir hayata sahibtirler. Namaz kılarlar ve haccederler. Bu hususla ilgili haberler varid olmuştur. Binaenaleyh, onların imdada erişmesi, kendileri için mucize olmaktadır. Şehitler de hayat sahibidirler. Kafirlerle dövüştükleri müşahede edilmektedir.
Evliyaullah’ın imdada erişmesi, bir keramettir.

Sofiler topluluğuna itiraz, rüsvay olmayı mucibtir. Bunu yapan kimse, husran vadisine düşer, pe’rişan olur. Allame ibni Hacer sarahatle
ifade etmektedir: ” Kim bunlara aykın davranırsa süi hatimesinden korkulur. Nitekim bir çok insanlar, bu vartaya düşmüş ve helak
olmuşlardır.

Şeyh Halili demiştir ki: Bu hususta itirazda bulunanın, “Enbiya ve evliya ile tevessülde bulunulamaz” demesi büyük bir YALAN
ve iftiradır. lmamlarımız, sarahatle ifade etmişlerdir ki “Hayır ve salah ehli ile tevessülde bulunmak caizdir”. Seyyid Ahmed Bedevi gibi
havastan olan şöyle dursun, avamdan bir kimsenin bile böyle bir şey uyduracağı zannedilemez. Allahü tealadan dilekte bulunmada
kendi rütbelerini kısa görenler, zikredilen zatlar ile teberrüken tevessülde bulunurlar.

Bunu, nasipsizlerden ve inancı bozuk olanlardan başkası inkar etmemiştir. Böyle bir davranıştan Allah’a sığınıyoruz. “Sen bilmelisin ki, ziyarette bulunan ve Allah’ın salih kulları ile ve bilhassa peygamberler ile, hele onların efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed ile meded dileyen müslümanların tamamı, bu seyyitleri bilirler ki, bu büyük zatlar Allahü tealanın kulları cümlesindendir. Ne kendi netisieri için, ne de başkaları hakkında Allahı bırakıp da bizzat kendileri zarar veya fayda vermeye malik olamazlar. Lakin onlar, Allahü
tealanın kullarının sevimlileridir. Onun katındaki yakınlığın en ileri derecesinde olanlarıdır. Allah, bunları ve bilhassa onlar arasından Peygamberleri, dini hükümleri tebliğde kendisi ile diğer kimseler arasında vasıta kılmış ve onları hatalarının bağışlanmasında ve hacetlerinin verilmesinde vazifeli tutmuştur. Enbiya ve evliyayı büyük tutmak ve onlara saygı göstermek, onları Allahü tealaya vesile kılmak; Allah’ın tevhidini ihlal etmek şöyle dursun, Allah’a kulluk vazifelerinin en güzelidir.

Şayed muhaliflerden en basit bir tedkik hasıl olsaydı, kendilerinin islami topluluktan ayrılmakla batıl bir yol üzerinde olduklarını bilirlerdi. O topluluk, Resülüllah Efendimizin ümmetinin cemaatıdır. Hatta Resülüllah Efendimizi ziyaret için yolculuk yapmanın meşru olduğu mes’elesini bilmek, ehl-i islamın alimleri ve avamı katında dinde yeri olduğu zarüri olarak bilinen işlerdendir.

Muhammed ümmetinin fıkıh, hadis, kelam ve tasawuf alimleri topluluğu; meded dilemenin, tevessülün ve Resülüllah Efendimiz ile, Allah’tan şefaat dilernenin ve Resülüllah’ı ziyaret için yolculuk yapmanın, güzel bir davranış olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.
Sonra gelenler, bunu ewelkilerden öğrenip kabul etmişler ve tevessül, meded dilerne ve ziyaret gibi · hususların taatlerin üstünlerinden ve yakınlık vasıtalarının en kamil olanlarından bulunduğuna inanmışlardır. Onlardan ayrı yol tutan azdan az ilim adamlarının en meşhuru, ibni Teymiyye ve iki talebesidir.

[Yusuf Nebhani, Şevahidü ‘l-Hakk, sayfa 139-140 ]

Tevessül- Imam Şevkani

Plaats een reactie

Selefilerin imamı, büyük muhaddis Şeyh Muhammed bin Ali eş-Şevkani “ed-Dürrü’n Nazıd fi İhlâsı Kelimeti’t-Tevhid” adlı risalesinde şu açıklamaları yapmaktadır:

İlim ve fazilet erbabı ile Allah’a yapılan tevessül, gerçekte onların salih amelleri ve Allah katındaki faziletleri ile yapılan bir tevessüldür. Zira faziletli bir insan bu fazileti ancak amelleriyle kazanabilir. Dolayısıyla, birisi “Allah’ım ben sana falan âlim kulunla tevessül ediyorum” dediği zaman o kişideki ilim

sebebi ile böyle demiş olmaktadır!

Buhâri, Müslim ve diğerlerinde nakledildiğine göre Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem- mağarada kayanın önlerini tıkadığı üç kişinin durumundan bahsetmektedir. Onlardan her biri, işlediği en güzel ameliyle Allaha tevessül ettikleri için kaya mağaranın ağzından kaldırılmıştır. Eğer üstün amellerle Allaha tevessül etmek, İbni Abdüsselam ve onun takipçilerinin zannettiği gibi caiz olmasa, ya da bazı uç noktadakilerin zannettikleri gibi şirk olsa idi, Allah -celle celâluhu- onların bu dualarına icabet etmez, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem- de bu kıssayı aktardıktan sonra muhakkak müdahele ederdi. Bununla anlaşılmaktadır ki,

مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى
“Biz o putlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (Zümer 3)

فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَداً
“Allah ile beraber hiç kimseye dua etmeyin” (Cin 18)

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ
“Allahtan başkasına dua edenlere hiçbir şekilde icabet olunmayacaktır” (Ra’d 14)
ayeti kerimelerini zikrederek, peygamberlerle ve salih kullarla tevessülün caiz olmadığını iddia edenlerin sözleri doğru değildir.

Bilakis bu ayetler, meseleyle alakalı değildir. Zira müşrikler “biz o putlara ancak bizi Allaha yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” sözleriyle açıkça putlara ibadet ettiklerini ifade etmektedirler. Ama mesela âlim bir kulla tevessül eden kişi asla ona ibadet etmemektedir. Tevessül eden kişi, o âlim zatın ilmi sebebiyle Allah katında bir değeri olduğunu bilir ve o ilim hürmetine Allah’a tevessül eder.

“Allah’la beraber hiç kimseye dua etmeyin” (Cin 18) ayeti kerimesi de aynı şekilde konuyla alakalı bir delil değildir. Zira bu ayeti kerime, Allah’la beraber bir başkasına dua edilmesini yasaklamaktadır. Yani b ayet, bir kimsenin “ey Allah’ım ve ey falan kişi şöyle şöyle yap” diyerek yapacağı duaları kapsamaktadır. Âlim bir kişi ile tevessül eden bir kişi ise sadece Allaha dua etmektedir. O kimseyle yapılan tevessül ise onların yapmış oldukları sâlih ameller sebebiyle olmaktadır. Mağaralarının ağzına kaya düşen üç kişinin sâlih amelleriyle tevessül etmeleri gibi.

“Allahtan başkasına dua edenlere hiçbir şekilde icabet olunmayacaktır” (Ra’d 14) ayeti kerimesi de burada delil olarak kullanılamaz. Ayette, kendilerine icabet edemeyecek şeylere dua eden ama duaya icabet eden rablerine dua etmeyen kimselerden bahsedilmektedir. Bir âlimle tevessül eden kimse ise, ne Allah’tan başka ne de Allah ile beraber hiçbir şeye dua etmiş değildir. Bu izahlardan sonra, tevessülü inkâr edenlerin getirdiği bu ayetlerin bir delil olmadıkları ortaya çıkmaktadır.

وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ ثُمَّ مَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئاً وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّه
“Sana din gününü ne bildirdi, sonra sana din gününü ne bildirdi. O gün hiçbir kimse bir diğeri için bir şeye malik değildir. Hüküm o gün Allah’ındır” (İnfitar 17–9) ayeti kerimelerini delil olarak kullanma istekleri de isabetli değildir. Çünkü bu ayeti kerime sadece din gününde hükmün yalnız Allah’ın olacağını bildirmektedir. Peygamberlerle ya da bir alimle tevessül eden kişi, tevessül ettiği bu zatların din gününde hüküm sahibi olan Allah’a ortak ve onların da hüküm sahibi olacaklarını asla iddia etmemektedirler. Peygamber olsun ya da olmasın herhangi bir kul hakkında böyle bir şeye inanan kimse apaçık bir sapıklığa düşmüş demektedir.

Tevessülü reddedenlerin,
لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَيْء
“Senin elinde emirden bir şey yok, yahud onlara tevbe ettirsin ve yahud azâb etsin çünkü onlar zalimdirler” (Ali İmran 128)

قُلْ لاَ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعاً وَلاَ ضَرّاً
“Deki, ben kendim için bir zarar ya da menfaat vermeğe güç yetiremem” (Yunus 49) ayeti kerimeleri ile delil getirme çabaları da batıldır. Zira bu iki ayeti kerime de, Peygamberimizin, Allah’ın hükümlerinden herhangi bir hükme sahip olmadığını, kendisine bir fayda ve zarar vermeye muktedir olamıyacağını ifade etmek için nazil olmuşlardır. Yoksa burada peygamberler, veliler ve âlimlerle tevessül etmenin caiz olmadığını bildiren herhangi bir delil yoktur.
Allah Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem-’e makamı mahmud’u ve büyük şefaat makamını vermiş, insanları ondan şefaat istemeye yönlendirmiştir. Peygamberimiz için “iste verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir” buyurmuştur.

Rabbimiz yüce kitabında, şefaatin sadece kendi izniyile ve razı olduğu kimseler için bir hak olarak kullanılabileceğini bildirmiştir.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِين
“Yakın akrabalarını uyar” (Şuara 214) ayeti kerimesi nazil olduğu zaman Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem-’in
يا فلان بن فلان لا أملك لك من الله شيئاً يا فلانة بنت فلان لا أملك لك من الله شيئاً
“Ey falan oğlu falan, ben senin için Allah katında hiçbir şeye malik değilim. Ey falan kızı falan, ben senin için Allah katında hiçbir şeye malik değilim” buyurmuş olması da, tevessülün caiz olmadığını gösteren bir delil olmaktan uzaktır.

Zira bu rivayet, Allah’ın zarar dilediği birisine menfaat vermeye, menfaat dilediği birisine de zarar vermeye Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem-’in dahi güç yetiremeyeceğini ortaya koymakta; akrabalarından olsa bile hiç kimse için bir şey yapmaya yetkili olmadığını ifade etmektedir. Nerede kaldı ki akrabası olmayanlara fayda versin. Bu hakikat her müslümanın bildiği ve kabul ettiği bir şeydir zaten. Burada da tevessül edilemiyeceğini gösteren herhangi bir şey yoktur.

Tevessül, emretme ve nehyetme yetkisinin sahibi olan Allah’tan bir şey istemek anlamına gelir. İsteyen kişi, duanın icabetine sebep olabilecek bir sebep ortaya koyarak isteyeceğini yine Allah’tan istemektedir. Öyle Allah ki vermeye ya da mahrum etmeye yegâne gücü yeten ve din gününün sahibi olan o dur.”

[Mefahim & Ebû Hamid b. Merzuk, Ehl-i Sünnetin Mudafası, Bedir Yayınevi, s. 599-600]

hakkı için istemek

Plaats een reactie

Hindistan’ın büyük alimlerinden Mevlânâ Muhammed Fadlurresul rahimehullah “hakkı için ” istemek hakkında şu açıklamayı yapmaktadır:

“Molla Ali el-Karî, filancanın ve başkasının hakkı için demenin mekruh olduğunu bildirdikten ve ihtilafları naklettikten sonra şöyle yazıyor: Ben derim ki, Resulullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem duasında (Ya Rabbi, senden isteyip de verdiklerinin hakkı için, senden istiyorum) derdi. Buradaki hak kelimesinden murad, hürmettir. Yahud, rahmet gereğince ona va’d olunan hakdır. Yani bihakkın demenin yasaklığı anlatılmak istenirken, delil olarak; zira kimsenin Allahü teâlâ üzerinde hakkı yokdur demektedir. O halde bundan murad, hiç kimsenin Allahü teâlâ üzerinde vacib olan bir hakkı yoktur demektir. Demek ki, filancanın hakkı için sözünü bu ma’nâda kullanmak mekruhdur. Ama hadis-i şerifde bildirilen bihakkın [hakkı için] kelimesinin buradaki ma’nâsı hürmeti için, hürmetine demektir. Yahud üstün kılınmış olmaklık hakkı demektir… Bihakkın kelimesinin içinde hürmet saklanmaktadır. Yani hakdan murad hürmettir. Filancanın hakkı için demek, onun hürmetine demek olur. Böylece bihakkın demek caiz olup, mekruh olmadı ve kullanıldı.

Sirâciyye’de yazıyor ki: Eserde, câiz olduğuna dair deliller bildirildi. Tefsir-i âzîzî’de diyor ki: Hadîs-i şerîfde, Adem aleyhisselâmın tevbesi hakkında: (Ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hakkı için senden istiyorum) diye bildirilen, üstün kılınmak hakkı ile ma’nâlandırılmış olup, Ehl-i sünnet mezhebidir. Fıkıh kitaplarında yasak edilen, hak kelimesinin hakîkî ma’nâsı olup, Mutezile mezhebidir. Çünkü Mutezile mezhebine göre, kullar işlerinin yaratıcısıdırlar. Böylece o işlerin karşılığı kulların hakîkî hakkıdır. Eskiden Mutezile mezhebi çok revacta olduğundan ve bu kelimenin kullanılması, onların mezhebini akla getirdiğinden, fıkıh âlimleri bu sözü kullanmayı yasakladılar. Böylece o mezhebin akla gelmesini önlediler.”

[Mevlânâ Muhammed Fadlurresul, Tashih’ül Mesail, Berekât Yay., İst, 1976, s. 158.]

İMAM ABDUR-RAHMAN(R.A) VE TEVESSÜL BAHSİ…!

Plaats een reactie

Hanefi imamlarından bir diğeri ŞeyhiZade Abdur Rahman bin Muhammed bin Suleyman (v. 1078 h/ 1667 m) “Mecmaul Enhur fi Şerhi Multekal Ebhur” adlı kitabında diyor ki:

ثم يسألُ اللهَ تعالى حاجتَه ، وأعظمُ الحاجاتِ سؤالُ حُسْنِ الخاتِمة وطلبُ المغفرةِ, ويقول: السلام عليك يا رسولَ الله, أسألكَ الشفاعةَ الكبرى, وأتوسَّل بك إلى اللهِ ت

عالى في أن أمُوتَ مُسلمًا على ملَّتِك وسنَّتِك وأن أُحشِرَ في زمرةِ عبادِ اللهِ الصالحينَ

“Sonra Yüce Allahdan ihtiyacini diler. En büyük ihtiyac hayirli sonluk ve bağışlanma talebidir.
Der ki: Esselamu Aleyke ey Allahın Rasülü! Senden“büyük şefaati” istiyorum, senin dinin ve sünnetin üzere ölmek ve Allahın salih kulları zümresinde haşr edilmem için seninle Allaha tevessül ediyorum.”

Kaynak: Şeyhi Zade Abdur Rahman: Mecmaul Enhur fi Şerhi Multakal Ebhur: 1/464
Beyrut: Darul Kutubil İlmiyye: 1419/1998

Older Entries