“Mahku’t-Tekavvul fî Meseleti’t-Tevessül”
-YEDİNCİ BÖLÜM-
“Tevessül hakkındaki Hadîsler ve Eserler”
(Yedinci Hadîs): Onlardan birisi de İbnu Mâce’deki ‘namaza yürüme(nin âdâbı) bâbı’ndaki Ebû Saîd el-Hudrî radıyellâhu anhu’nun hadîsidir:َينِلِئاَّسلا ِّقَحِب َكُلَأْسَأ ىِّنِإ َّمُهلَّلَا ِةَال َال َّصلا ىَلِإ َجَرَخ اَذِإ َلاَق ْنَم { } ِراَّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت ْنَأ َكُلَأْسَأ اَذَه َىاَشَْم م ِّقَحِبَو َكْيَلَع
“Kim evinden namaza çıktığında, ‘Senden, Senden isteyenlerin sendeki hakkı ve bu yürüyüşüm hakkı ile (hakkı için) istiyorum…. Senden, beni ateşten kurtarmanı istiyorum,[73] derse…’[74]
Şihâb el-Bûsîrî, Misbâhu’z-Zücâce fi Zevâidi İbni Mâce’de [75] şöyle dedi:
İbnu Mâce’nin bu isnâdında peşpeşe zayıf râvîler vardır: Atıyye -ki Avfîdir-, Fudayl İbnu Merzûk ve Fadl İbnu’l-Muvaffak’ın hepsi zayıf râvîlerdir.
[Lâkin Fadl İbnu Muvaffak, İbnu Uyeyne’nin dayıoğludur. Hakkında Ebû Hâtim, sâlih bir kimse olup, hadîsi zayıftır, demiştir. O’nun dışında bu râvînin zayıf olduğunu söyleyen de yoktur. Zayıflıkla suçlanmasının sebebi de açıklanmamıştır.[76] Belli de değildir. Hattâ Büstî (İbnu Hibbân), bunun sağlam olduğunu söylemiştir.][77] Ancak, İbnu Huzeyme, bu hadîsi, Sahîh’inde Fudayl İbnu Merzûk yoluyla rivâyet etmiştir ki, bu rivâyet O’na göre sahîhtir.[78]
Onu Rezîn de zikretmiştir.
Onu Ahmed İbnu Menî’ de, Müsned’inde, rivâyet etmiştir ve (şöyle demiştir): Bize Yezîd rivâyet etti, (O), bize Fudayl İbnu Merzûk rivâyet etti (dedi). Böylece onu isnâdı ve metni ile zikretmiştir. (El-Bûsîrî’nin Sözü Bitti.)
Alâuddîn Muğlatay, el-İ’lâm Şerhu Süneni İbni Mâce’de şöyle dedi: Bu hadîsi Ebû Nuaym el-Fadl -ki o İbnu Dükeyn’dir- Kitâbu’s-Salât’da Fudayl İbnu Merzûk’tan, (O) Atiyye’den, (O) Ebû Saîd-i Hudrî radıyellâhu anhu’dan mevkûf olarak rivâyet etti.[79] (Muğlatay’ın Sözü Bitti.)
Atıyye, (hadîsi) Ebû Saîd el-Hudrî radıyellâhu anhu’dan rivâyet etmekte yalnız değildir. Aksine, Abdulhakem İbnu Zekvân’ın rivâyetinde, Ebu’s-Sıddîk, (onu) Ebû Saîd’den rivâyette, Atıyye’ye mutâbeat etmiştir.[80]
Bu zât da, her ne kadar Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, hadîsi, el-’İlel(ü’l-Mutenâhiyye)’de onunla illetli kabûl ettiyse de, İbnu Hibbân’a göre sağlam bir râvîdir…
İbnu’s-Sünnî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle’de Vâzi’in bulunduğu bir senedle Bilâl’den rivâyet etmiştir ki, onda (senedde) ne Atıyye, ne İbnu Merzûk ve ne de İbnu’l-Muvaffak bulunmamaktadır. (Rivâyette geçen duâ şudur):
“Ey Allah’ım!.. (Ben senden, senden) isteyenlerin sendeki hakkıyla istiyorum.”
Böylece ortaya çıkmıştır ki, ne Atıyye, ne İbnu Merzûk, ne de İbnu’l-Muvaffak bu tarîklere nazarla -üç tanesinin zayıflığı farz edilse bile- yalnız kalmamışlardır. Bununla beraber Ahmed İbnu Menî’in şeyhi Yezîd İbnu Hârûn, İbnu Merzûk’tan rivâyet etmekte İbnu’l-Muvaffak’a ortak olmuştur. Kezâ, el-Fadl İbnu Dükeyn, İbnu Fudayl, Süleymân İbnu Hayyân ve diğerleri de böyledir.
Atıyye şiileşmekle kınanmıştır; lâkin Tirmizî birçok hadîste O’nun rivâyetini hasen kabûl etmiştir. İbnu Maîn’den O’nun sâlih bir kimse olduğu rivâyet edilmiştir. İbnu Sa’d’ın ‘inşâallâh O sikadır, sağlamdır’ dediği anlatılmıştır. İbnu Adiyy, ‘O’nun sâlih (işe yarar) hadîsleri vardır’ demiştir. Hudrî’yi açıkça ifâde ettikten sonra bilhassa mutâbeatlerle beraber tedlîs ihtimâli kalmamıştır. İbnu Merzûk’un sika kabûl edilmesi Müslim’e göre ağırlık kazanmış ve O’ndan Sahîh’inde rivâyet etmiştir.
Üstelik hadîs, Bilâl radıyellâhu anhu’nun tarîkiyle de rivâyet edilmiş olup,[81] sağlamlık derecesi ne kadar düşse, delîl olmak mertebesinden aşağı düşmez.[82] Hattâ mütâbi’ ve şâhidlerinin [83] çokluğu sebebi ile, sahîhlik ile hasenlik arasındadır.[84] Nitekim biz onlara (mütâbi’ ve şâhidlerine) işâret ettik.
‘Cerh, ta’dilden önce gelir’ diyenlerin sözü -zayıf (bir kanaat ve ictihâd) olmasına rağmen- (cerh ve tâ’dîl’in) terâzideki denklikleriyle (aynı ağırlıkta olup) teâruz ettikleri (çeliştikleri) zamandadır. Bunun isbâtının önünde ise birçok uçurumlar vardır. (İsbâtı zor, hattâ neredeyse imkânsız bir şeydir.) İşte bu yüzden bid’atçilerin, ehl-i hadîs’in, sağlamlığın kendi katlarında ağırlık kazanmasıyla sağlam bulduğu râvîlerin rivâyetiyle sâbit olan hadîsleri reddetmek içün bu (‘cerh, ta’dilden önce gelir’) sözü(nü) mesned edinmelerinin imkânı yoktur.
Bu hadîsi, iki hadîs hafızı, Irâkî, İhyâ Tahrîci’nde,[85] İbnu Hacer de Emâli’l-Ezkar’da [86] hasen bulmuşlar-dır.[87]
Hadîste, Müslümanların umûmu/geneli ve ileri gelenleriyle tevessül vardır.
Suâlin iki mef’ûlünden birisine }ب{/bâ harfini dâhil etmek, sadece isti’lâmî (bilgi edinmek içün olan) suâllerdedir.
Nitekim Allah’ın, }ًاريِبَخ ِهِب ْلَأْساَف{/ ‘onu, haberi olana sor’ [88] ve }ٍعِقاَو ٍباَذَعِب ٌلِئآَس َلَأَس{/‘bir soran vuku bulacak olan azâbı sordu’ [89] âyeti celîlelerinde böyledir.
İsti’tâî (‘birinin vermesini istemek’ manasındaki) suâle gelince…
Onda }ب{/bâ harfi ancak kendisiyle tevessül edilen (aracı kılınan) kimseye girer. İşte sana hadîs rivâyetleriyle gelen duâlar…[90] O hâlde burada ikinci mef’ûle }ب{/bâ’nın girmesini tasavvur etmek, sözü hevâ ile çığırından çıkarmaktır ve kulakların duymak istemediği bâtıl bir na’radır.
‘Hak’ kelimesinin ma’nâsı (mecbûrî) icâbet değil, aksine yalvararak isteyen kimselerin Allah sübhânehû ve teâlâ’nın fazlından hakettikleri şey demektir. Bu yüzden, ‘isteyenlerin hakkıyla’ sözünü bu duâ eden içün bir suâl/“sorup öğrenmek” saymak -bilhassa hadîste ona atfedilen şeyler düşünülürse- katıksız bir hezeyandır…
Hadîsin siyâkında bundan başka suâl olmaya elverişli bir şey bulunmadığını iddiâ etmekse, fevkalade gülünçtür. Bu iddiâ sahibinden, “beni cehennemden korumanı’” [91] sözü nereye gitti?.. Te’kid içün fiilin nice kez tekrâr edildiği olur… Öyleyse son fiildeki, }ِراَّنلا َنِم ىِنَذْقْنُت ْنَأ َكُلَأْسَأ{’ daki istenen }ِراِّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت ْنَأ{/(‘beni ateşten kurtarman’, bundan), önce geçen iki }َكُلَأْسَأ{ fiilindeki suâlin/istenenin tâ kendisidir. Hatta bu fiiller, te’kid bâbından olmasaydılar, o zaman tenazu’ bâbına gireceklerdi.[92] Dolayısıyla her takdîrde bu kayıd [}ِراِّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت ْنَأ{ ’nin birinci }َكُلَأْسَأ{ ile de alâkalı olduğu kaydı] mu’teber olmaktadır.
‘Falancı ile’ veya ‘falancının hakkı içün’ veya ‘falancanın hürmetine’ gibi ifâdelerle, ‘Allah’tan başkasına yemîn edilmiş olur’ düşüncesi ile tevessül’ü reddetmeye yeltenenler, sadece Mustafa sallellâhu aleyhi ve sellem’e redde kalkışmaktadırlar. Zîrâ tevessül siğalarını/kalıplarını, öğreten odur. O ifâde biçimleri içerisinde şahıslarla tevessül de vardır. Tevessül nerede, yemîn nerede?
(Tevessülle beraber) burada ‘istiğâse’/(birinden ğavs yani yardıma koşmasını istemek), ve ‘istiâne’/(birinden yardım istemek)’ kelimelerini ilâve etmemizde hiçbir beis yoktur. Hepsi aynı vâdidendir:
Buhârî’deki şefaat hadîsinde;
“(İnsanlar) Âdem aleyhisselâm’dan, sonra Mûsâ aleyhisselâm’dan, sonra da Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’den ğavs (medet ve yardım) isteyecekler” (ifâdesi vardır.)
Bu (rivâyet), tevessül ederken ‘istiğâse’ lafzının (da) kullanılmasının câiz olduğunu göstermektedir.
MAKALE: Muhammed Zâhid el-Kevserî (Rahimehullah)
……………………………………………………….
DİPNOTLAR:
73 ‘O’nun senin yanındaki hâtırı ve rütbesi hürmetine senden istiyorum’, derse…
74 Ahmed İbnu Hanbel (3/21), İbnu Ebî Şeybe (15/106-107, H:29812, Muhammed Avvâme tahkîkı. Metindeki lafız, İbnu Ebî Şeybe’nindir.), İbnu Mâce (778), İbnu’s-Sunnî (84-85) ve [İbnu Huzeyme, (Sahîh’inin bir cüzü olan) et-Tevhîd (1/41-42, M. Avvâme, Musannef hâmişi:15/106-107) Taberânî, ed-Düâ (2032, M. Avvâme, el-Musannef hâmişi:15/106-107), İbnu Menî’, Ebû Nuaym Fazl İbnu Dükeyn, Kitâbu’s-Salât (İbnu Hacer, Netâicü’l-Efkâr:1/273, M. Avvâme, el-Musannef hâmişi:15/106-107)]
75 El-Bûsîrî, Mısbâhu’z-Zücâce (132-133, H:263), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1414
76 Cerh, müfesser değildir, kınamanın sebebi açıklanmamıştır; dolayısıyla mu’teber değildir.
77 Bu köşeli parantez arası makâlenin dipnotunda yer aldıysa da onu içinde zikretmeyi münâsib gördük.
78 El-Bûsîrî, İbnu Mâce Zevâidi el-Mısbâh’ında (132-133, H:263) ve ona tâbi’ olarak es-Sindî de İbnu Mâce Hâşiyesinde (Dârü’l-Ma’rifeh) böyle demektedir. (1/429)
79 Alâuddîn Muğlatay, el-İ’lâm Şerhu Süneni İbni Mâce (Mektebetü Nezzâr Mustafa Bâz) (4/1316-1317)
80 Ayni hadîsi aynî Sahâbî’den rivâyet etmekte O’na uymuştur.
81 Yani, Ebû Saî el-Hudrînin yaptığı rivâyetin, bir başka Sahâbî olan Bilâl’den de gelen şâhid’i de vardır.
82 Yani hasen olmaktan aşağı düşmez.
83 Mütâbi’: Bir kişi bir râvîden bir isnâdla bir Sahâbî’den bir hadîs rivâyet eder ve bir başka kişi, aynı râvîden veya onun üstündeki râvîden aynı isnâd ile aynı hadîsi aynı Sahâbî’den aynı lafızla veya aynı ma’nâ ile rivâyet ederse, ikinci hadîse (veya râvîye) ‘mütâbi’ ismi verilir.
Şâhid: Tercîh edilen meşhûr görüşe göre bir Sahâbî’den yapılan rivâyetin başka bir Sahâbî’den yapılması hâlinde ikinci rivâyet birincinin Şâhidi olur.
Bazıları da “bir rivâyet, -ister bir Sahâbî’den, ister iki ayrı Sahâbîden olsun- diğerine lafızda uyarsa, mütâbi’, manada uyarsa şâhid olur” demişlerdir.
Kimileri de “Mütâbi’ ve Şâhid’in ikisi de aynı manadadır” demişlerdir. [Mukaddimetü’d-Dihlevî (biraz tasarruf ile):63-64 Dâru İbni Kesîr,1426)]
84 Allahu a’lem sahîh liğayrihî.
85 [Hafız Irâkî, İhyâ Tahrîci (1/323)], M. Avvâme, el-Musannef hâmişi:15/107
86 [İbnu Hacer, Netâicü’l-Efkâr (1/272)], M. Avvâme, el-Musannef hâmişi:15/107
87 Ayrıca, şu Hadîs Hâfızları da bu rivâyeti hasen kabûl etmişlerdir: [Hafız Abdu’l-Ğanî el-Makdisî, en-Nasîha fi’l-Ediyeti’s-Sahîha, Münzirî’nin şeyhi Ebû’l-Hasen el-Makdisî, -ki bunu ondan Münzirî nakletmiştir- (et-Terğîb:2/458-459), Dümyâtî, el-Metceru’r-Râbih (1325)], M. Avvâme, el- Musannef hâmişi:15/107
88 Furkan: 59
Bu cümledeki, ‘onu haberdâr olana sor’ derken, ‘sor’ fiil (yüklem), ‘sor’daki gizli ‘sen’ fâil (özne), ‘o’ ve ‘haberdâr’ kelimeleri de iki mef’ûldürler (nesnedir.) Söylenmek istenen şudur: {َلَأَس} /‘seele’ fiili ‘sorup bilgi öğrenmek’ ve ‘bir şey istemek’ gibi değişik manalara gelir ve her ikisi de iki mef’ûl alır. Bunlardan bilgi edinmek içün olan ‘suâl’in mef’ûl’üne {ِب}/‘bâ’ harf-i cerri girer. Metindeki iki misâlde olduğu gibi. Ancak ‘haber öğrenmek’ içün değil de ‘bir şey istemek ve almak’ manasında olan, ‘suâl’in iki mefûl-i bih’inden hiçbirine {ِب}/‘bâ’ harfi girmez. {َةَيِفاَعْلا ِهِب َللها َلَأَس} /‘seelellâhe bihî’l-âfiyete’/ ‘Allah’dan onu istedi’ manasında değil, ‘Allah’dan onun ile (hâtırına) âfiyet istedi’ demek olur. ‘İstedi’ fiil, ‘Allah’dan’ mef’ûl, ‘âfiyeti’ kelimesi diğer mef’ûl-i bih,{ِهِب} ‘bihî’ kelimesi ise vâsıta edinilen mef’ûl/nesne olur. Yani, ‘bihî’ lafzı ‘suâl’in iki mef’ûl-i bihinden biri olamaz; ikinci mefrûlün bih “el-âfiyete’ kelimesidir.
89 Meâric: 1
90 Meselâ, hadîsde gelen {اًعِشاَخ اًبْلَق…َكُلَاْسَا ىِّنِا َّمُهِّللَأ}/‘Ey Allahım!… Şübhesiz ki ben, Sen’den korkan bir kalb suâl ediyorum (istiyorum)’ şeklindeki duâda olduğu gibi. Burada ‘istiyorum’ fiil, ‘senden’ birinci mef’ûl-i bih, ‘korkan bir kalb’ de ikinci mef’ûl-i bih. İkisinde de ‘bâ’ harfi yok. Bunların dışında bir mef’ûl’e ‘bâ’ girecek olsaydı, ‘vasıtasıyla’ veya ‘aracılığıyla’ manasında olurdu. Cümleye meselâ {َكِّيِبَنِب}/‘bi nebiyyike’ kelimesini ekleseydik, ondaki ‘bâ’ ile ‘Nebin (vâsıtası) ile’ demiş olacaktık.
91 ‘Nebin ile Senden beni cehennemden korumanı istiyorum’ cümlesinde, ‘istiyorum’ fiil, ‘senden’ birinci mef’ûl-i bih, ‘beni korumanı’ ikinci mef’ûl-i bih, ‘Nebin ile’ de tevessül edilen, vesîle edinilen, ‘Nebin hâtırına’ ma’nâsında. Yoksa ‘Senden Nebîni istiyorum’ veya ‘Sana nebîni soruyorum’ gibi ‘şiddetli güldürecek’ ve ‘uzun uzun eğlendirecek’ olan manalar değil…
92 İki fiilden her biri, bir lafzı kendine bir fâil veya her biri mef’ûl veya biri fâil diğeri de mef’ûl olarak almak isterse, buna ‘tenâzu’ yani iki fiilin bir lafız üzerinde çekişmesi denir ki, teferruatı uzundur. İşin daha fazla olan nahiv inceliklerini ehline bırakıyor, ziyâde îzâha dalmayı lüzûmsuz görüyoruz.Burada şöyle denilir: {َكْيَلَع َني ِلِئاَّسلا ِّقَحِب َكُلَأْسَأ}’deki, {ُلَأْسَأ}/‘istiyorum’, iki mef’ûlün bih istiyor: Birincisi, şu fiilin sonundaki {َك}/‘sen(den)’ ikincisi ise burada açıkta yok; ancak ilerideki {ِراَّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت ْنَأ}/‘beni ateşten kurtarman(ı)’ lafzını mefûl olarak almak istiyor, {ِراَّنلا َنِم ىِنَذْقْنُت ْنَأ َكُلَأْسَأ}’ deki, {َكُلَأْسَأ}’nin ‘{ُلَأْسَأ}/’itiyorum’ fiili de sonuna takılan birinci mef’ûl {َك}/‘sen(den)’ başka bir ikinci mefûl olarak yine hemen dibindeki {ِراَّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت ْنَأ}/‘beni ateşten kurtarman(ı)’ lafzını mefûl olarak almak istiyor. Dolayısıyla iki {ُلَأْسَأ} lafzı bir {ْنَأ ِراِّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت} lafzını kendilerine ikinci mef’ûl olarak almak istiyor ve çekişiyorlar. Nahiv mezheblerinden hangisini kabûl ederseniz edin, birinin ikinci mef’ûlü kalmıyor; birinde zamir takdîr etmek zorundasınız ki o, {ِراَّنلا َنِم ىِنَذِقْنُت ْنَأ}/‘beni ateşten kurtarman(ı)’ lafzına dönecektir. Şâz olan nahiv görüşleri ise meselemiz dışındadır.