İMAM-I MALİK (ra) VE EDEB

Plaats een reactie

Malikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes rh .a . Medine’de, Mescid -i Nebî’de ders verirken Hz. Ömer r.a.’ ın hüküm ve meşveret için oturduğu yerde otururdu. Evi de büyük sahabi Abdullah b. Mes’ud r.a.’ ın oturduğu evdi. ( Ebu Nuaym , Hilyetu’l -Evliya, 6/346)

Salih zatlarla birlikte bulunmaya ayrı bir önem verir ve şöyle derdi:
“Kalbimde bir kasvet hissettiğim zaman Muhammed b. Münkedir’e gider, bir süre yüzüne bakarım. Bu, günlerce bana bir ibret ve nasihat olarak yeter.” (Kadı İyâd , Tertîbu’l – Medârik , 1/179)

Peygamber saygısının zirvesi

Kendisine talebelik etmiş olan İmam Şâfiî rh.a. anlatıyor:
Mâlik’in kapısında bağlı cins atlar ve bir de katır gördüm ve “ne güzel!” dedim. “Al, hepsi benden sana hibe olsun.” dedi. “Binmen için birini kendine ayır.” dedim; şöyle karşılık verdi:

– “Allah’ın Peygamberi’nin gezdiği toprakta hayvan sırtında gezmekten hayâ ediyorum.” (Aynı eser, aynı yer.)

Talebelerinden biri şöyle demiştir:
– “Mâlik bizimle beraber oturduğu zaman sanki bizden biriymiş gibi olur, bizimle beraber söze dalar, bizden daha çok tevazu gösterirdi. Fakat hadis-i şerif rivayetine başladığı zaman, artık sözü bizde heybet hissi uyandırır; sanki bizi tanımıyormuş, biz de kendisini tanımıyormuşuz gibi konuşurdu.” ( EbuZehra, İmam Mâlik , 53)

Hadis dersine çıkmadan önce abdest alır, güzel elbiselerini giyer, güzel koku sürünürdü. Ders boyunca vakar ve sekinetin muhafazasına dikkat ederdi.

Bir keresinde Ebu Hâzim’in meclisine gitmiş, yer bulamadığı için ayakta kalmıştı. Ebu Hâzim’in naklettiği hadisleri yazmadığını görenler bunun sebebini sorduklarında şöyle demişti:
– “Hz. Peygamber s.a.v.’in hadislerini ayakta iken almayı uygun görmedim.” (el- Halîlî , el- İrşâd , 26)

Ayakta iken, yürürken veya acele bir işi varken hadis rivayet etmekten hoşlanmaz ve şöyle derdi:
– “ Rasul -i Ekrem s.a.v.’den rivayet ettiğim hadisin anlamını iyi kavramak isterim.” ( Ebu Nuaym , a. g.e ., 6/347)

Istiva hakkinda

Plaats een reactie

Büyük muhaddis İmam-ı Dârekutnî’nin çağdaşı olan el-Hafız Ebû Hafs b. Şahin demiş ki: İki sâlih adam olan Câfer b. Muhammed ve Ahmed b. Hanbel, birçok kötü arkadaşlarının belâsına çarpılmışlardır. El-Hafız Ebül-Kasım b. Asâkir (Tebyinu kazıbi’l-müf- teri fimâ nüsibe ilâ-İmam Ebi’l-Hasani’l-Eş’arî) adlı kitabında bunu Hafız Ebu’l-Hasan’a isnad ederek demiş ki: Rafızîler, Câferi Sâdık b. Muhammed el-Bakır’ın onlardan berî olduğu birçok çirkin meseleleri kendisine isnad ettiler. Keza Ahmed b. Hanbel’in de, bâzı talebe ve tâbileri, Allah’ın cisim olduğu mânâsında birçok bâtıl sözü kendisine isnad etmişlerdir. Halbuki, Ahmed b. Hanbel bu sözlerden uzaktır. Şüphesiz îmam Ahmed ile ilk tâbilerinin, Kur’ân ve hadîste geçen birçok muhal tâbirleri, te’vil ettiklerini gösteren rivâyetler sabit olmuştur.

Takiyyüddin el-Husani, «Def u’ş-şübhe men teşebbehe ve temerrede ve nesebe zâlike ile’l-İmam Ahmed» adlı kitabında, açıkça der ki:
îmam Ahmed, Kur’ân-ı Kerim’deki
«Rabbin geldi» (Fecr sûresi, âyet: 22)
meâlinde olan âyetin hakikî mânâsının,
«Rabbin emri geldi» demek olduğunu söylemektedir.

Kadı Ebû Ya’lâ ise şöyle der:
îmam Ahmed, bu âyetten maksadın, Rabbin kudreti ve emri olduğunu söyler. Nitekim Allahü Teâlâ bunu,
«O kâfirler, Rabbinin emrinin gelmesini bekliyorlar» (Nahl sûresi, âyet: 33)
âyeti ile beyan eylemiştir. îlk âyet mutlak olup ondan mukayyed bir mânâ irade edildiğine işaret ediyor ve bu tâbirin üslubu, Kur’ân, hadîs, icma-i ümmet âlimlerinin kelâmında çokça geçer. Çünkü ilk âyetin zahirinden nakil anlaşılmaktadır. Nakil ise, Allah sübhanehu hakkında caiz değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘in, «Rabbim gecenin bir kısmında, dünya göğüne iner», buyurduğu hadîsin durumu da buna benzer; te’vil edilir. Bunu açıkça îmam Evzaî ile îmam Mâlik de söylemişlerdir. Çünkü intikal ve nakil, hâdis (yaratılmış) sıfatlardır. Azîz ve yüce Allah, zâtını hâdis sıfatlardan tenzih etmiştir.

Bu müteşabih âyete ve hadise benzeyip te’vili lâzım olan âyetlerden biri de Allahü Teâlâ’nm, «Allah, Arş üzerine istiva etti» âyet-i celîlesidir. Avam tabakasından biri, bunun mânâsını sorarsa, «Allah’ın, Arş üzerine istivası (istilâsı) malûmdur. Keyfiyeti ise (istilânın ne şekilde olduğu), bizce meçhuldür.

İbn Vehb demiştir ki:

“Biz İmam Malik’in yanında idik. Bir adam geldi ve: “Ey Ebu Abdullah! Rahman’ın Arş’a istivası nasıldır?” dedi. İmam Malik (r.a.) başını eğdi, buram buram terlemeye başladı ve dedi ki: “Rahman Arş’a istiva etti. Tıpkı nefsini vasfettiği gibi. Bu bakımdan “nasıl” diye sorulmaz. Çünkü “nasıl” ondan aldırılmıştır. Sen bid’at sahibi birisin. Çıkarın onu.”
(Beyhaki sahih bir isnadla İbn Vehb’ten rivayet etmiştir ve Yahya bin Yahya’dan da rivayet etmiştir ve lafızları şöyledir: ”istiva mechul değildir, keyfiyetin ALLAH U TEÂLÂ’YA isnadı akıl işi değildir, ona iman vacibtir, ondan sormak da BİDATTİR.”)
Gördüğünüz gibi bu rivayetlerde keyfiyet var da bilinmiyor değil KEYFİYET YOKTUR..!

Ona (istivaya) iman etmek vacip olup, ondan sual edilmesi, bid’attır diye kendisine cevap verilir. İmam Rebîa ancak bu şekilde cevap vermiş, talebesi Mâlik de, bu hususta, ona mütabaat etmiştir. Zira avam tabakası, Arapça olan istiva kelimesinden, zahire göre hâdis (sonradan olan) sıfatlardan olduğunu anlıyorlar. Halbuki Allah sübhanehu ve Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de «O’nun bir benzeri yoktur. O, hakkıyle işiten, kemâliyle görendir» (Şurâ sûresi, âyet: 11), diye kendini o sıfatlardan tenzih eylemiştir. Demek ki, Allah’ı zerre kadar bir şeye benzetmek, Kur’ân’a inanmamak demektir; Bundan küfür lâzım gelir.

İmamlar, mezkûr âyetteki, istivânın mânâsını sormanın bid’at olduğunun sebebini şöyle açıklamışlardır:
Fıkıh ve diğer bâzı ilimlere mensup olan birçok kimseler, müteşabih olmayan âyet ve hadîslerin mânâlarını idrak edemiyorlar; müteşabihlerin mânâlarını nasıl idrak edecekler? Müteşabih âyet ve hadîslerin mânâlarını ancak Allah sübhanehu bilir. Kur’ân ve hadîsler, âzîz ve yüce olan Allah’ı, yakışmayan sıfatlardan tenzih etmekle dolup taşmaktadır.
Allah’ın bir ismi de Kuddûs’tür (hissin duyduğu şeylerden münezzeh ve Zat-ı Bârisi noksan sıfatlardan beridir) . Bu ismin mânâsında, Allah’ın noksan sıfatlardan çok tenzih edilmesi ve teşbihi (benzetmeyi) hayale getirilmemesi işareti vardır. Allahü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de, «(Ya Muhammedi) de ki: Allah, birdir, Her şey O’na muhtaçtır. Doğurmuş değil, doğurulmuş da değildir; O’na hiçbir kimse eş olmuş da değildir.» meâlen buyurduğu âyetlerde de, bu işaret vardır. Çünkü bu âyetlerden Allah’ın cinsiyet, cüz’iyet ve daha başka noksan sıfatlardan münezzeh olduğu anlaşılır.

İmam Ahmed, «Hadîsleri nakil olundukları gibi nakledin», diye buyuruyordu. Talebeleri, İbrahim el-Harbî, Ebû Davud ve Esrem gibi büyük tâbiin ve muhakkik âlimlerden olan Ebu’l-Hüseyin el-Münadi, Ebu’l-Hasan el-Temimî ile Ebu Muhammed Rızkullah b. Abdülvahhab ve bu mezhebin direklerini teşkil eden diğer âlimler, İmam Ahmed’in sözlerine göre hareket edip, kendisi Abbasî halifesinin işkencesine uğramadan önce ve daha sonra söylediği sözlere uydular. Zamanının halifesinin emri üzere kamçıyla dövülürken de, «(Allah ve Resûlü tarafından) denilmeyen sözü (Kur’ân mahluktur, sözünü) nasıl diyeyim?» derdi. Kur’ân-ı Kerim’de geçen mezkûr istiva kelimesinin mânâsı için «İstivânın mânâsı, Allah’ın irade eylediği gibidir.» diyordu, öyle ise, istivânın mânâsı hakkında Allah’ın sıfât-ı zatiyesi veya sıfât-ı fiiliyesindendir veya istivâ kelimesinin zahirine göre (oturmak) mânâsınadır, diye Ahmed b. Hanbel’den rivayet eden kimsenin ona iftira edip, aziz ve yüce Allah’ı kâinata benzetmek mânâsını ifade eden ve sarahaten küfür olan şeyleri ona isnad edenin muhasebesi Allahü Teâlâ’ya aittir. Çünkü ona, isnad edilen, Allah hakkındaki bu tür sözler, bizzat Allah’ın kendini o şeylerden tenzih eylediğine muhaliftir. Allah sapıkların söylediklerinden uzaktır.

EBU HAMID BIN MERZUK,BERA’ATÜ’L-EŞ’ARIYYIN, SAYFA 31-33

Ebu Hanife(ra) fazileti!(1)

Plaats een reactie

Şafii imamlar’ından Şeyhülislam İbn Hacer el Heytemi’nin İmam Azam hakkında ki yazdığı Fıkhın Sultanı adındaki eserden alıntılar:

Hatip el-Bağdadi’nin Şafii hazretlerinden rivayet ettiğine göre İmam Malik hazretlerine, “İmam Ebu Hanife hazretlerini nasıl gördünüz ?” denildiğinde, “Evet. Öyle bir zat gördüm ki eğer mesela bu direğin altın olduğuna inansaydı, ona kesin bir delil getirmekten aciz kalmazdı” diye cevap vermiştir”

Başka bir rivayette bir zat, meşhur kimselerin çoğunu İmam Malik hazretlerine sormuş ve sözünün sonunda, “Ebu Hanife hazretleri için ne buyurursunuz?” deyince o da,”Subhanellah, onu başkalarıyla kıyaslamak mümkün müdür? Tallahi, ben ömrüm boyunca Ebu Hanife hazretlerinin benzerini görmüş değilim. Şu mescidin direğinin altın olduğunu iddia etseydi, iddiasının doğruluğunu için kabul edilir bir kıyas delili getirebilirdi”demiştir. Abdullah b. Mubarek dedi ki : Bir gün İmam Malik, ona layık gördüğü üstün hürmeti gösterip onu baş köşeye oturttu. O ayrildiktan sonra bize, “bu zat Ebu Hanife denilen Nu’man b. Sabir hazretleridir. Şu direk altındır dese gerçekten dediği gibi çıkar. Fıkıh ilminin en ince meselelerine dair hükümler çıkarmak, kendisine çok kolay kılınmıştır. Herkesin şaşırdığı meselelerde hiç zamet çekmeden doğru hükme ulaşır” dedi.

Daha sonra Sufyan-ı Sevri hazretleri geldi; ancak Ebu Hanife hazretlerinin oturduğu yere onu oturtmadı. Oda o meclisten ayrılınca onunda fakihliği ve faziletlerini anlattı. Talebelerinden Harmele’nin(Harmele b.Yahya et-Tuçibi el-Mısrı: Ebu Hafs künyesiyle anılır. İmam Şafii hazretlerinin dostlarının büyüklerindendir. Tuçib, müzarı sigasıyla kabile ismidir) rivayetinde İmam Şafii hazretleri,  “Fıkıh ilminde derinleşmek isteyen kişiler, Ebu hanife hazretlerinin sohbetlerne katılmalıdır. Çünki söz konusu ilim, ona kolay kılınmıştır”demiş; Rebi(Rebi b Süleyman el-Muradı el-Mısrı de İmam Şafii hazretlerinin önde gelen dostlarından olup onun telif ettiği eserleri rivayet etmekle meşhurdur. Hadis ilmi imamlarındandır. Dört Sünen sahibi ve diğer hadis alimleri kendisinden hadis rivayetleri almışlardır. İrtihali 270’te(884) vuku bulmuştur) rivayetinde “insanlar fıkıhta Ebu Hanife hazretlerinin çocuklarıdır” dedikten sonra, “Mâ raeytü ehaden efkahu minhu” buyurmuştur ki, “Ondann daha çok fıkıh ilmine aşina bir kimse bilmiyorum” demektir. Burada “raeytü”(görmedim), “alımtu”(bilmiyorum) manasındadır; “edrektu”(idrak etmedim,anlayamadım) değil. Çünki İmam Şafii, İmam Azam hazretlerine yetişmiş değildir. Bunun gibi İmam Şafii’nin, “Ebu Hanife hazretlerinin kitaplarını mütaala etmeyen kimse fıkıh ilminde derinleşemez” dediği rivayet edilmiştir.

Ümmetimin ihtilafı rahmettir!

Plaats een reactie

Dinimiz birlik ve beraberlik dini olduğu, her fırsatta birlik ve beraberliği muhafaza etmemiz emredildiği, bir ayet-i kerimede,”İhtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılr, kuvvetiniz de elden gider[1] buyurduğu halde, ümmetin ihtilafı rahmet olması, birlik ve beraberliği emreden ayet ve hadislere zıt değilmidir??

Zıt değildir çünki ayrılığa düşmemenin emredildiği makamla, ihtilafta rahmetin olduğu makam birbirinden tamamen farklıdır. Hadisteki ihtilaf, yapıcı ihtilaftır. Yani herbiri kendi fikrinin yayılmasına çalışır. Başkasının tahribine ve ortadan kalkmasına değil. Belki tamamlanmasına ve yanlışları varsa düzeltilmesine çalışır. İşte hadiste kendisinde rahmet olduğu söylenilen ihtilaf budur. Ayrı düşenlerin birbirine düşmanca tavır içine girmesi, birbirini tahrip etmeye çalışması ise İslamiyette reddedilmiştir. Çünki birbiriyle mücadele edenler müsbet haraket edemezler[2]

Gerçekten de mezhep imamlarının hayatına baktığımızda, birbirlerinin tahribine değil, tamirine çalıştıklarını, hatta buna ters düşen teklifleri reddettiklerini görürüz.

Mesela Harunürreşid, İmam Malik hazretlerinin eseri olan el-Muvatta kitabını Kabe-i Muazzama’ya astırıp bütün müminleri onun gereğince amel etmeye mecbur etmek isteyince İmam Malik buna rıza göstermemiş ve, “Ey müminlerin emiri, bunu emretmeyin. Çünki Resulullah’ın ashabı bazı fürûlarda ihtilaf ederek memleketlere, beldelere dağılmışlardır”demiştir. Büyük alimlerin ihtilaf etmesi ise Allah tarafından şu ümmete verilmiş büyük bir rahmettir. Her biri, kendi yanında sabit olan delil ile amel ettiğinden doğruluktan pay almış ve hidayet nuruna kavuşmuşlardır.[3]

Bunun böyle olduğu ,yani başkasın tahribine ve ortadan kalkmasına çalışılmadığı, alimlerin sözlerinde de açıkça ortadadır. Bir kaç missal verecek olursak:

İmam Mazeri diyorki: Fürû meseleleri hakkında her iki tarafın da hak üzere olduğu görüşünü bir çok fıkıhçi ve kelamcı tercih etmiştir ve bu dört mezhep imamından da rivayet edilmiştir. Her müctehidin ecir kazanmış olduğu hakkındaki hadisi şeriflede bu iddiaya delil getirilir. Çünki isabet olmasaydı hiç ecir olmaması gerekirdi….

Kadı İyaz hazretleri Sıfâ’sında, “bizim katımızda hak ve doğru olan, bütün büyük müctehidlerin isabet ettikleri hükümdür”diyor. Cem’u’l-Cevamı adlı eserin sahibi, “Kelam alimleride buna katılmışlardır ve bizler inanırız ki Ebu Hanife, Malik,Şafii, Ahmed b. Hanbel hazretleriyle Sufyan b. Üyeyne, Sufyan-ı Sevri, Evzai, Muhammed b. Cerir ve diğer imamların hepsi tam manasıyla hidayet üzeriydiler. Her biri hakkında düşmanları tarafından bugz ve hasetle birtakım sözler söylenmişse de bu sözlere asla iltifat edilmemiştir. Çünki bu faziletli büyük kimselerin nail olduğu ledunni ilimler, rabbani faziletler ve dini gayretlerinden gelen yüceliklerin kendilerine kazandırmış olduğu şanlı büyüklük idrakın alabileceği şeylerden değildir. Bunların yüksek derecesinin yüzde birini bile elde etmek sonradan gelenlere mümkün olmamıştır” diyor.[4]

[1] Enfal suresi,46
[2] Uhuvvet Risalesi,26-27
[3] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 57
[4] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 59-60

İMAM MALİK(R.A) VE TEVESSÜL…!

Plaats een reactie


Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!

Değerli kardeşlerimiz,Şefaati inkar eden vehhabi akidesine ehli sünnet nezdinde cevap vermeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim İmam Kadi İyadin(r.a) “Eş Şifa “isimli kitabinin 288-289 cu sayfalaridir.Bu sayfalarda İmam Kadi İyad(r.a) hasen bir senetle şöyle der:

« يا أبا عبد الله، أستقبل القبلة ، وأدعو أم أستقبل رسول الله – صلى الله عليه وسلم – ؟
فقال : ولم تصرف وجهك عنه ، وهووسيلتك ، ووسيلة أبيك آدم – عليه السلام – إلى الله – تعالى – يوم القيامة ؟ بل استقبله ، واستشفع به ، فيشفعه الله. قال الله تعالى : {وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَسُولُ لَوَجَدُوا اللهَ تَوَّابًا رَحِيمًا} »

Hac yapıp Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin kabrini ziyaret eden halife Mansur, İmamı Malik r.a şöyle dedi: Ya Eba Abdellah! Kıbleye

dönerek mi yoksa Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme dönerek mi dua edeyim?

İmamı Malik dedi: Niçin yüzünü ondan çeviriyorsun? Halbuki O, senin ve baban Âdem’in, Allah’a vesilesidir. Bilakis O’na dön ve O’nu şefaatçi kıl, Allahu teala O’nu senin hakkında şefaatçi kılsın.

Allahu teala buyurdu: “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.” (Nisa: 64)

Imam Malik(ra) Allah semada ilmi ise her yerdedir sözünun analizi!!

Plaats een reactie

Half Ibn Ibrahim El Maliki ,Muhammed ibn Abdullah ibn Hayvayh An-Naysaburiden,o Ibrahim ibn Cumeylden,o Abdullah ibn Ahmed ibn Hanbəlden diyorki,Babam bana(İmam Ahmed(r.a)) Süreyc İbn En Numan Abdullah İbn Nafiden Nakletdi ki,”Imam Malik dedi,Allah semada ilmi ise her yerdedir”(Risalet at vafiyah) tercümə eden Vehhabi Abu Enes Er Raşidi ravilerin sağlam raviler olduğunu söylüyor çünki,bu hadise Abdullah İbn Ahmedin“Sünnen”inde,Ebu Davud “Mesailde” sayfa 263,El Lekai “Şerhul itikad”inda sayfa 673,İbnu Abdulbarr “Et Tehmidinde” cilt 7 sayfa 138(hepsi Ahmed İbni Hanbel yolu ile) ve Şeyh Albani “Al Uluv” sayfa 140-da bahs edilmişdir(Dar Al Beşire)
Bu iddianin asilsiz olduğunu ravlerin zayif raviler olduğunu kaynaklar işiğinda ortaya koyalim

RAVİLERE YENİDEN BAKALİM:

Süreyc İbni Ebu Numan:

imam Ibni Hacer El Askalani(takrib 2218)-de Onun rivayetleri zayif idi buyuruyor.

Abdullah Ibni Nafi es Saik:

Onun hafizasi zayif idi(Hafiz İbni Hacer El Askalani,Takrib,3659)

El Bedra şöyle dedi:Ben Ebu Zuraha Abdullah İbni Nafi hakkinda bahsetdiyimde kizdiğini hissetdim( Mu’asassat Ar-Risalah’s,3609)

İmam Buhari:Onun Ezberi kusurlu idi(Tarih Es Sağir 278/5)

Imam Hibban:O, hadisi kendi ezberinden söyledikde yaniliyor(Et Tikat)

İmam Es Sici: zayif ravidir(Sualaat Es Sicilil Hakim,sayfa 188)

Hafiz İbni Adi:Abdullah ibni Nafi İmam Malikten doğru olmayan şeyler rivayet ediyor(El Kamil sayfa 1556)

Ebu Talib naklediyor ki,İmam Ahmed bin Hanbel dedi:”O,güçlü ravi deyil ve fikir ehlidir”(El Mizan El Zehebi,sayfa 178)

El Bərdai naklediyor ki,Ebu Zurah dedi:”O,bana münker olan hadisler naklediyor“(Tahdib El Kemal,sayfa 375)

Vehhabi Albani çelişkiye düşerek “Silsile el zaifa(2:231-232)”- ve “Al-Uluv(sayfa 397,nom 708)” kitaplarnda bu ravnin zayif ravi sayildiğini bildiriyor.

İmam Ahmedin Müsnedinde
حدثنا سريج بن النعمان حدثنا عبد الله بن نافع عن ابن أبي ذئب عن ابن أخي جابر بن عبد الله عن جابر بن عبد الله قال

Süreyc En Numan Abdullah bin Nafidən….

Ebu Davudda ise,
حدثنا أحمد بن صالح قال قرأت على عبد الله بن نافع قال أخبرني ابن أبي ذئب عن ابن أخي جابر بن عبد الله عن جابر بن عبد الله قال

Ahmed İbn Salih Abdullah bin Nafiden…

ifadeleri geçmektedir ve her ikisinde de ravi zinciri Abdullah Bin Nafiye bağlidir ki,bu ravi zayifdir.Bu Hadis sahih isnadla rivayet edilmemiştir ve delil hükmü teşkil edemez

Molla muhammed emin hatirasi

Plaats een reactie

Molla Muhammed Emin’in hatıralarından:
Birgün Şeyh Emced’in dersindeydik. kendisi ŞAFİİ ulemalarındandır. dedi ki:çıkmışlar ”bu hüküm şöyledir böyledir” peki soruyoruz neden böyledir eğer ve neden ulema bunu almadı?
derler ki: ”o hadis İMAM I HANEFİ VE İMAM I MALİK’e ulaşmamıştı.”
ŞEYH EMCED: Bu konu üzücü olduğu kadar da komiktir. Çünkü hayatında irab yapamayan biri kalkıyor 2 sene irab dersi alıyor ve SİBEVEYH’İ tenkid ediyor. Fıkıhta tek kelime bilmezlerken; kalkıp 2 sene üniversite okuyor ve tahassus (branş) olarak da fıkhın muasır muamelat bahsini seçerler ve onda hazırlarlar kendilerini. Sorarsın bana şunun hükmünü söyler misin? diye. der ki: benim branşım muasır muamelattır.
ŞEYH EMCED: AMMAR BN YASİR ile HZ ÖMER radiyallahu anhum; beraber giderlerken AMMAR ra cünub olur, fakat su yok ve EFENDİMİZ sav teyemmümü öğretir ona, o esnada da yanında HZ ÖMER ra vardı. Ama İBN MESUD İLE HZ ÖMER RA beraberlerken birgün yine cünupluk konusu hakkında konuşulur. İbn Mesud ra der ki: ya Ömer! sana ile Ammar’a Allah’ın Resulü sav ne buyurduysa onu yapın. Teyemmüm yapın. HZ ÖMER: ”ben hatırlamıyorum” buyuruyor.
Ve İBN MESUD ra, hz ÖMER ra hatırlamadı diye bu hadis i şerifi zayıflattı.

((( SİZ KİMSİNİZ VEHHABİKERLER HADİS İ ŞERİFLER HAKKINDA HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİNİZ HALDE ORTAYA BİR HADİS ATIP HÜKÜM VERİYORSUNUZ?))

ŞEYH EMCED: şimdi çıkmışlar bir hadis buluyorlar, tamam sahih hadis ama bu hadis i şerifin hükmünü insanlara anlattığın zaman ve fetva verdiğin zaman kaç tane hadis i şerifi (görmediğin) inkar etmiş oldun?
İmam ı Tirmizi ”İLEL” adlı eserinde: ‘not: bu eseri kendi hadis kitabından sonra yazıp oradaki kuralları dile getiriyor’ diyorki: benim bu kitabımdaki bütün hadisler fukehanın amel ittikleri hadistir. sadece iki hadis vardır ki: o hadisler her ne kadar sahih olsalar bile hiç bir alim bu hadislerle amel etmedi. Bu hadislerden biri:”EFENDİMİZ sav NORMAL BİRGÜNDE YAĞMUR VE YA SEFER SEBEBİ OLMADAN NAMAZLARI CEM ETMİŞTİR” Kardeşlerim bu hadis i şerif sahihtir ama ulema bu hadis i şerifle amel etmemişlerdir. neden?
HELE GİT İMAM I AZAM, İMAM I ŞAFİİ gibi ol ONLARIN FEHMİNE ULAŞ SONRA GEL DE Kİ BUNUN HÜKMÜ ŞUDUR ŞUNUN HÜKMÜ BUDUR.

ŞEYH EMCED: muamelat bahsinde geçen ‘hiyar ul meclis’ (yani iki kişi bir mecliste oturup alışveriş yapacaklar ve alışveriş gerçekleşir ama ikisi meclisi terketmemiş olmalarıyla beraber alışverişi bozabilirler) Şimdi bu konu hakkında İMAM I MALİK ve İMAM I EBU HANİFE fetva vermemişlerdir. yani o ikisi hiyar ul meclis olmaz demişlerdir. –>AHMAK<– ( onlar kendilerini biliyorlar) ÇIKIYOR DİYOR Kİ: HAYIR CAİZDİR HİYAR UL MECLİS… delilini ver dersin.
AHMAK: delilim şu hadistir: حَدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ بْنُ يُوسُفَ ، أَخْبَرَنَا مَالِكٌ ، عَنْ نَافِعٍ ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ عُمَرَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : الْمُتَبَايِعَانِ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا بِالْخِيَارِ عَلَى صَاحِبِهِ مَا لَمْ يَتَفَرَّقَا إِلاَّ بَيْعَ الْخِيَارِ.
ŞİMDİ KARDEŞLER BU -> AHMAK <- KALKTI BÖYLE BİR DELİL VERDİ, KENDİSİNE SORDUĞUN VAKİT PEKİ MADEM BÖYLE BİR HADİS VAR VE HADİS KESİNLİKLE BİZ DE BİLİYORUZ SAHİHTİR. NEDEN İMAM I MALİK VE İMAM I EBU HANİFE CAİZ GÖRMEDİ?
AHMAK şöyle cevap verir: bu hadis BUHARİ’de geçiyor İMAM I MALİK VE İMAM I AZAM; imam ı buhariden önce yaşamışlardır ve İMAM I BUHARİNİN kitabını okumamışlar…
Doğrusu komedi bir durum 😀 neden mi? çünkü İMAM I BUHARİ bu hadis i şerifi zaten İMAM I MALİK tariki ile almıştır.
tarih: bugün ‘01.05.2012’

Peygamberlerin hatirasi olan yerlerle Teberrük!

Plaats een reactie

Teberrük

İmam Malik “Muvatta” adlı eserinde, “Muhammed bin Amr bin Halhal ed-Deyli’den, o da Muhammed bin İbni İmran el-Ensari’den, o da babasından naklen şu rivayeti yapar: “Ben Mekke’ye giderken bir ağacın altında konaklamak için durmuştum. Abdullah bin Ömer bana rastladı ve: “Neden bu ağacın altında konaklıyorsun?” diye sordu. Ben de: “Gölgelenmek için” diye cevap verdim. Bu sefer o: “Bundan başka bir sebebi yok mu?” diye sordu. Bende: “Hayır başka bir sebebi yok” dedim. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer bana: “Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- bana şöyle buyurmuştu:
“Mina’dan gelirken Ahşebeyn (bir mekanmı) arasına uğrarsan –eliyle maşrık tarafını göstererek- orada ‘es-sürer’ adında bir vadi vardır. Oradaki ağaçlıklar altına yetmiş tane peygamberin göbek bağı kesilmiştir.”
İmam Malik burada geçen ‘sürre’ kelimesinin göbek bağı kesilmek anlamına geldiğini söylemiştir.
[İmam Malik “Muvatta” hac kitabı, haccı cemetme babında bu rivayeti zikreder. 1/424, İbni Hıbban “Sahih”te ‘el-İhsan babı’ 8/47 hadis no: 6211, Nesai, ‘hac kitabı’ ‘mina hakkında söylenenler babı’ 5/249 hadis no: 2995, Ahmed “Müsned” 2/138 hadis no: 6233, Beyhaki “es-Süneü’l-Kübra” ‘hac kitabı’ ‘mina’da konaklama babı’ 5/139 hadis no: 961]

Zerkani “Oradaki ağaçlıklar altına yetmiş tane peygamberin göbek bağı kesilmiştir” kısmıyla alakalı şöyle bir açıklamada bulunur:
“Yani oradaki ağaçların altlarında doğmuş ve göbek bağları (sürr) orada kesilmiştir. Göbek bağı (Sürr) çocuklar doğduğu zaman göbeklerinden (sürre) kesilen kısımdır” der. “en-Nihaye” ve diğer eserlerde bu şekilde geçmektedir. İmam Suyuti’nin “altlarında doğdukları zaman göbek bağları (sürr) değil de göbekleri (sürre) kesilmiştir demesi iki kelime arasında ki alakadan dolayı mecazen söylenmiştir. İmam Malik bu kelimenin manasına dair şöyle demiştir: “Onlar ağaçların altında doğum gibi sevindirici bir haber aldıkları için göbek bağı (sürr) sevinç (sürur) anlamından türetilmiştir.”İbni Habib şöyle söyler: “Bu kelime sevinç (sürur) kelimesinden türemiştir. Ağaçların altında doğum haberini alıp ve sevindiklerinden dolayı bu kelime göbek bağını kesmek anlamına gelmektedir. Bununla alakalı farklı görüşlerde vardır. Bu rivayette peygamberlerin hatırası olan yerlerle teberrük edilebileceğine delalet vardır.”
[Şerhü’z-Zerkani ale’l-Muvatta” 2/399]

İbni Abdilber şöyle söyler:

“Hadisi şerif, peygamberler ve salih insanların evleri, makamları, uğradıkları yerler ile teberrük edilebileceğine delildir. Abdullah İbni Ömer’de bu hadis ile bunu kastetmektedir. Allah en doğrusunu bilir.”
[İbni Abdilber, “et-Temhid” 13/67]