Teravih

Plaats een reactie

Imam Bedruddin Ayni (Rahimehullah) dedi ki:

رواه البيهقي بإسناد صحيح عن السائب بن يزيد الصحابي قال كانوا يقومون على عهد عمر رضي الله تعالى عنه بعشرين ركعة وعلى عهد عثمان وعلي رضي الله تعالى عنهما مثله وفي المغني عن علي أنه أمر رجلا أن يصلي بهم في رمضان بعشرين ركعة قال وهذا كالإجماع

Imam Beyhaki (Rahimehullah) Saib Ibn Yezid’den “SAHİH” isnadla sahabenin şöyle söylediğini nakletmiştir: Ömer (radiallahu anh) devrinde, (insanların) 20… rekat için kıyam ettiklerini gördüm, ayrıca Osman (RA) ve Ali (radiallahu anh)devrinde de. El-Muğni’de (temel Hanbeli fıkh el kitabı) Ali (radiallahu anh)’dan kendisinin bir adama Ramazanda 20 rekat kıldırmasını emrettiği nakledilmiştir. “BU HUSUSTA TOPTAN İCMA VARDIR (وهذا كالإجماع)”
[Umdat ul Kari Cilt No.7, Sayfa No. 177]

Imam Ibn Hammam (Rahimehullah) dedi ki: Hakiki ispatla saptanmıştır ki, Sahabe ve Tabiîn Ömer(ra) zamanında 20 rekat Teravih kılarlardı, bu otantik bilgi, Omar(ra) devrinde 20 rekat kıldıkları, Yezid ibn Ruman’dan nakledilmiştir.Imam Nevevi de bu bilgiyi “DOĞRULAMIŞTIR”
[El-Feth el Kadir, Cilt No.1, Sayfa No. 470]

Allame Molla Ali Kari (Rahimehullah) dedi ki: أجمع الصحابة على أن التراويح عشرون ركعة Teravih’in 20 Rekat olduğu hususunda fikir birliği/icma vardır. [Mirkat Şarah el Mişkat, Cilt No.2, Sayfa No. 202, Mekteb el Mişkat tarafından yayınlanmıştır]

Imam Ibn Kudame (Rahimehullah) dedi ki: كان الناس يقومون في زمن عمر في رمضان بثلاث وعشرين ركعة وعن علي, أنه أمر رجلا يصلي بهم في رمضان عشرين ركعة وهذا كالإجماع İnsanlar Omar(ra) zamanında Ramazanda 23 Rekat kıyam ettiler, ve Ali (ra)’den, kendisinin bir kişiye 20 rekat imamlık ettirdiği rivayet edilmiştir ve bu hususta “FİKİR BİRLİĞİ/İCMA” (وهذا كالإجماع)  vardır
[Ibn Kudame el Hanbeli El-Muğni’de, Cilt No.1, Sayfa No. 802, Teravih’de rekat bölümü altında]

أخبرنا أبو طاهر الفقية، قال: أخبرنا أبو عثمان البصري، قال: حدثنا أبو أحمد: محمد بن عبد الوهاب، قال: أخبرنا خالد بن مخلد، قال: حدثنا محمد بن جعفر، قال: حدثني يزيد بن خصيفة، عن السائب بن يزيد، قال: كنا نقوم في زمان عمر بن الخطاب بعشرين ركعة والوتر.

Sa’ib ibn Yezid dedi ki:”Ömer ibn el-Hattab (RadiAllahu anhu) zamanında insanlar “20 rekat” a(Teravih) ve vitre uyarlardı.’ [Marifet-us-Sunen ve’l asar – Imam Beyheki, Cilt 004, Sayfa No. 42, Hadis No 5409]

Imam el-Beyheki (RadiAllahu anhu) ayrıca yukarıdaki naklin farklı bir intikal kanalı yoluyla başka bir versiyonunu da bildirmiştir..

وقد أخبرنا أبو عبد الله الحسين بن محمد بن الحسين بن فنجويه الدينوري بالدامغان ثنا أحمد بن محمد بن إسحاق السني أنبأ عبد الله بن محمد بن عبد العزيز البغوي ثنا علي بن الجعد أنبأ بن أبي ذئب عن يزيد بن خصيفة عن السائب بن يزيد قال كانوا يقومون على عهد عمر بن الخطاب رضي الله عنه في شهر رمضان بعشرين ركعة قال وكانوا يقرؤون بالمئين وكانوا يتوكؤن على عصيهم في عهد عثمان بن عفان رضي الله عنه من شده القيام

Sa’ib bin Yezid (RadiAllahu anhu) dedi ki: “Ömer ibn al-Khattab (radiAllahu anhu) zamanında, Ramazan ayında “20 rek’at” (Teravih) kılarlardı.Dedi ki (ayrıca): Ve Mi’in okurlardı, ve Osman ibn Affan (radiAllahu anhu) zamanında, ayakta durmanın sıkıntısından dolayı bastonlarına dayanırlardı.” [Beyhaki Sunen el-Kubra Cilt 002, Sayfa No. 698-9, Hadis No 4617]

Imam en-Nevevi dedi ki: ‘Isnadı Sahihtir’. (بإسنادصحيح) [El-Hulasa el-Ahkam, Hadis No 1961]

HABERLERİN KABÜL ŞARTLARI

Plaats een reactie

HABERLERİN KABÜL ŞARTLARI

Hanefîler, mürsel haberi rivayet eden ravi, güvenilir (sika) ise; müsned haber gibi mürsel haberin de kabul edileceğini söylerler. Hicrî II. yüzyılın başına kadar sahabî, tabiî ve tebai tabiî fakihlerinin büyük çoğunluğu da bu görüştedir. Mürsel haberleri, özellikle ileri gelen tabiîlerin mürsel haberlerini ihmal, şüphesiz sünnetin yarısını terketmek demektir.

Sünen sahibi Ebû Davud, hadisçiler arasında meşhur olan ve Mekkelilere yazdığı «Risale»sinde (29) şöyle der: «Mürsel haberleri Süfyan es-Servî, Malik b. Enes, Evza’î gibi alimler delil olarak kabul ederlerdi. Hatta Şafiî, bu konu üzerinde çok dururdu.»

Muhammed b. Cerîr et-Taberî de şöyle söyler: «İnsanlar, mürsel haber ile amel ediyor ve onu kabul ediyorlardı. Nihayet hicrî II. yüzyıldan sonra onu reddetme fikri ortaya çıkmıştır. Salah el-Ala’î’nin «Ahkamu’l-Merasil»inde ve İbn Abdilberr’in sözlerinde, (30) bu konuda icma bulunması gerektiğini belirten bir ifade vardır.

Selef arasında mürsel haber rivayet eden bazılarını sert bir şekilde tenkid edenler bulunduğunu ileri sürerek yapılan tartışmalar yerinde değildir. Çünkü bu tenkidler mürsel haber rivayet eden ravinin güvenilir (sika) olmamasından ileri gelmiştir. Nitekim bu gibi tenkidler müsned haber rivayet eden bazılarına karşı da yöneltilmiştir. O halde mesele, haberi müsned veya mürsel olarak rivayet etmek meselesi değil; ravinin güvenilir olup olmaması meselesidir.

İmam Şafi’î, mürseli reddedip kendisinden öncekilere muhalefet ederken farklı görüşler ileri sürmüş, bir ara Said b. Müseyyib’in mürselleri dışındaki mürsel haberlerin mutlak olarak huccet olmadığını söylemiş, sonra bazı meselelerde bizzat Said b. Müseyyib’in mürsellerini reddetmek zorunda kalmıştır. Bunları ben «Tabakatu’l-Huffaz»ın zeyline yazdığım dipnotlarda anlattım. (31)

Şafi’î, daha sonra başkalarının mürsellerini de kabul etmiş ve mürselin bazı hususlarla desteklendiği takdirde hüccet olarak kabul edilebileceğini söylemiştir. (32) Bunun içindir ki Beyhakî gibi bir kısım alimler bu çelişkiden kurtulmak için uğraşmışlar, fakat bir sonuç alamamışlardır.

İmam Şafiî’nin «Müsned»inde (33) de, selef arasında bilinen genel manası ile birçok mürsel hadis vardır. İmam Malik’in «el-Muvatta» ında ise üçyüz mürsel hadis bulunmaktadır. Bu, «el-Muvatta»daki müsned hadislerin yarısından fazladır. Salahu’d-Dîn el-Alaî’nin «Ahkamu’l-Merasil» indeki mürsel hadisin rivayeti ile ilgili araştırmalar kabul ve red bakımından ilgililer için az ve yetersizdir.

«Şurutu’l-E’immeti’l-Hamse» ye yazdığım talikatta mürsel hadisin fakihlerce sahih olarak kabulü ile daha sonraki ravilerce onun zayıf olarak kabulünün nasıl bağdaştırılacağını anlattım. Orada mürsel hadisin delil olarak kabulü konusunda yeterli bilgi vardır. (34) Hatta Buharî, kitaplarında mürsel hadisleri delil olarak kullanır. Müslim de Sahîh’inin «Mukaddime»siyle «ed-Dibağ» risalesinde bu konuda aynı yolu benimsemiştir. Yerimiz, bu konuda sözü daha fazla uzatmağa elverişli değildir.

Müsned olsun, mürsel olsun haberlerin kabul edilmesi için kendilerine göre aynı noktada birleşen esaslara aykırı olmaması Hanefîlerin şartlarından birini teşkil eder. Hanefîler, Kitab, Sünnet ve sahabîlerin hükümleri gibi nassların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik göstermişler, nassa dayanan ve kabule layık görülen birbirine benzer meseleleri çıkdıkları esasa irca’ etmişler ve bir kaide altında toplamışlardır.

Hanefîler, birbirlerine benzerlik arzeden diğer meselelerde de araştırmayı tamamlayıp istikrara ulaşıncaya kadar aym şeyi yapmışlardır. Böylece bir kısım müşterek esaslara ulaşmışlardır ki, bunlar «Kavaid ve Furuk» kitaplarında açıklanmıştır. Onlar, ahad haberleri de bu esaslara göre değerlendirmişlerdir. Bu haberleri, söz konusu esaslara uymadığı takdirde sübut bakımından daha kuvvetli olan İslam hukuku’nun mevcut kaynaklannın incelenmesinden elde edilen ve herkesce benimsenen haber niteliği taşıyan genel esaslara aykırı saymışlardır.

İmam Tahavî, eserlerinde bu kaideye çok riayet eden bir alimdir. Bu hususu hakkiyle bilmeyenler Tahavî’nin kıyasa dayanarak rivayetlerin bir kısmını diğer bir kısmına tercih ettiğini sanırlar.

Ahad haberlerin genel olarak bu esaslara mana bakımından aykırı düşmesinin sebebi, ravîlerin hadisleri mana itibariyle rivayette ileri gitmeleridir. Bazan bu, hadisin asıl manasını değiştirmeye yol açmıştır. Ahad haberleri genel esaslara göre değerlendirmede kullanılan bu kaide sayesindedir ki büyük fakihler bir çok rivayetlerin zayıflık yönlerini tesbit edip iyi bir araştırma sonucu gerçeğe ulaşmışlardır.

Ayrıca fakihlerin, hadislerdeki illetleri anlama bakımında hadis rivayet edenlerde bulunmayan başka imkanları da vardır.

Onlar yaşayan tatbîkat konusunda bir çok haberlerin sahih olup olmadığını anlayacak bir duruma sahiptirler. Bu durum yalnız Medine’lilerin ameli için söz konusu değildir. Aksine sahabîlerin gelip yerleştikleri diğer şehirler de böyledir. Oralarda da sahabîlerin talebeleri ve onların da talebeleri vardı el-Leys b. Sa’d’ın İmam Malik’e yazdığı «Risale» de (35) bu hususa işaret edilmiştir.

Ebu Hanîfe’ce beğenilen kaidelerden biri de şudur: Ravinin hadisi öğrendiği andan rivayet etme anına kadar devamlı olarak ezberinde tutması ve onu hatırlamadığı takdirde yazıya itibar edilmemesi şarttır. Bu hususa Kadî İyad «el-İlma’» da işaret etmiştir. (36)

Mana itibariyle hadis rivayetinde ileri gitmemek, Ebû Hanîfe’nin kesinlikle benimsediği bir husustur.

Sübut ve delalet bakımından delillerin mertebelerini göz önüne almak da Hanefîlerin önemli kurallarından biridir; çükü sübut ve delalet bakımıdan kesin olan delilin bir mertebesi olduğu gibi, bu yönlerden zannî olan delilin de bir hükmü vardır. Hanefîler, Kur’an-ı Kerim’e muhalif olan ahad haberleri kabul etmezler. Onu, Kur’ana muhalif olan hususta «mücmel»in bir açıklaması da saymazlar. Onlara göre böyle bir ahad haberle «mücmel»in açıklanması Kur’anda bulunmayan bir hükmü de göstermez. Bu tür ahad haberler Kur’anda bulunmayan bir hükmü bildirir kaidesini benimseyen bazı aşırı kimseler, aradaki farkı anlayamamışlar, boş yere kafa yormuşlardır.

Yine Hanefîlerin kaideleri arasında, kaçınılması imkansız olan ve meşhur bir rivayete dayanması için gerekli şartları taşıyan konular hakkındaki ahad haberleri reddetme esası da yer alır; çünkü onlara göre böyle bir rivayeti, fakihlerce bu gibi konularda haberin meşhur olması şartı ve mevcut durum yalanlamaktadır.

İbn Receb, Ebû Hanîfeye göre, güvenilir ravilerin bir haberde metin yahut senedde fazlalık veya noksanlık yönünden ihtilafa düşmeleri halinde, fazlalığın kabul edilmeyeceğini söylemiştir.

Hanefîlerin bunlara benzer birtakım sağlam kaideleri vardır. Onlar, bu kaidelerin doğruluğu hakkında usul kitaplarında bir çok delil serdetmişlerdir. (37)

Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde Hz. Peygamber buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivayet ettiği hadisi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muhalefet ettiğini sanırlar. Halbuki durum böyle değildir. Aksine Hanefîlerin usul ve füru’ meselelerinde dayanakları hadiselerdir. Nitekim bu hususu kör taklide, heva ve hevesine uymaksızın iyi bir araştırma ve mukayese yapan kimseler açıkca görebilirler.

DİPNOTLAR:

(29) Bu risale, müellif tarafından tahkik edilerek Kahire’de Matba’atü’l-Envarda 1369′da basıimıştır.

(30) İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd. Rabat 1387,. 1/4.

(31) Takiyyu’d-Dîn Muhammed b. Fehd el-Mekkî, «Lahzu’l-Elbâz bi-Zeyli Tabakât’il-Huffâz Dimaşk 1347, S. 329. Bu konuda müellifin «Zûyûlu Tezkiratil-Huffâz», S. 329′da da dipnotları vardır.

(32) Tafsilât için bkz. M. Ebû Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi, Çeviren: Doç. Dr. Abdulkadir Şener, Ankara 1973, S. 117.

(33) İmam-Şafiî, Müsned, Kahire 1327.

(34) Hâzimî Şurûtu’l-E’immeti’l-Hamse, Kahire 1357, S. 41-51.

(35) Bu risalenin Türkçe tercümesi için bkz. Doç. Dr. A. Kadir Şener, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XVI (1970), S. 131-154.

(36) el-İlmâ’ ilâ Marifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Sema’, Kahire 1389, S. 139.

(37) Yazar, «Te’nibü’l-Hatib» adlı eserinde (Kahire 1361, S. 152-154) bu konuda şöyle der:

«Ebû Hanîfenin az hadis bildiğini veya hadislere muhalefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını zanneden kimseler, imamların haberleri kabul için ileri sürdükleri şartları bilmemekte ve müctehid imamların ilimlerini öyle anlaşılıyor ki ayarı bozuk bir teraziyle ölçmektedirler.

«İmam Ebû Hanîfe’nin hükümleri istinbat konusunda gelişmiş bir kısım prensipleri vardır. Onu suçlayanlar, onun prensiplerini bilmeyenlerdir. Bu prensiplerin en önemlileri şunlardır:

«1 — Kendisinden daha kuvvetli olan bir delil ile çatışmadığı takdirde güvenilir kimselerin mürsel haberlerinin kabulü. Mürsel haberi delil olarak kabul etmek öteden beri tatbik edilegelen bir gelenektir. İslâmın ilk devirlerinde müslümânlar bu yolda hareket etmişlerdir. Hatta İbn Cerîr et-Taberî, «Mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicri ikinci yüzyılın başihda ortaya çıkan bir bid’attir» demiştir. Nitekim bu hususu el-Bâcî «Usûl»ünde, İbn Abdi’l-Berr «Temhîd»inde ve İbn Receb «Şerhu İleli’t-Tirmizî» sinde zikretmişlerdir. Buharî de «Sahih»inde (Ezan 95), mürsel haberleri delil olarak almıştır. Sözgelişi o, imamın arkasında namaz kılan kimsenin Kur’ân’dan bir parça okuması konusunda mürsel hadisleri delil olarak zikretmiştir.. Müslim de «Sahih»inde mürsel haberlere yer vermiştir. Mevlâna Muhaddis el-Osmanî’nin «Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahihi’l-Müslim»inin mukaddimesinde (1/36), Suyûtî’nin «Tedrîbu’r-Râi» sinde (125-126) bu konuda açıklamalar vardır. Hadisleri mürsel oldukları için zayıf sayanlar, tatbikattaki sünnetin yarısını atmış olurlar.

«2 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri İslâm Hukukunun kaynaklarını tek tek inceledikten sonra elde etmiş olduğu müşterek esaslara göre değerlendirir. Eğer âhâd haberler bu esaslarla çatışırsa, Ebû Hanîfe iki delilden daha kuvvetli olanı alır; muhalif haberi terkederek söz konusu esaslara dayanır ve böyle bir haberi şaz sayar. Tahâvî’nin «Ma’âni’l-Asar» ında bu hususla ilgili bir çok örnek vardır. Burada sahih habere değil, ancak müctehidce illetli bir habere muhalefet söz konusudur. Müctehide göre haberin illetlerden hali olması gerekir.

«3 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri Kur’ân’ın genel ifadelerine ve lafızlarına (zahirlerine) göre de değerlendirir.

Eğer haber, Kur’ân’da bulunan bir lafza veya genel bir ifadeye (âmm’e) aykırı düşerse haberi terkederek Kitabla amel eder. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır: çünkü Kitab’ın sübûtu katidir. Ebû Hanîf’ye göre delalet yönünden Kur’ân’ın zahirleri ve genel ifadeleri kesindir. Ebû Bekr er-Râzî’nin «el-Fusûl» ve el-İtkânî’nin «eş Şâmil» adlı eserleri gibi usul kitaplarında bu hususu destekleyen deliller vardır.

«Haber Kur’ân’ın âmm ve zâhir’ine aykırı olmayıp onun mücmel’ini beyan ise haberi kabul eder; çünkü böyle bir açıklama olmaksızın mücmel’in neye delalet ettiği anlaşılamaz. Bu, âhâd haberle Kur’ân-ı Kerim’de olmayan bir hükmü ona ilâve anlamına gelmez. Aşırılığı adet haline getiren bazıları, isterlerse böyle zannetsinler.

«4 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri kabul ederken onların, kavlî veya fiilî olsun, meşhur sünnete muhalif olmamasını göz önüne alır. Burada da delillerden kuvvetli olanla amel etme düşüncesi hakimdir.

«5 — Ebû Hanîfe, âhâd haberi alırken, onun kendi gibi bir habere zıt olmamasını şart koşar. İki haber çatıştığı zaman birisi diğerine bazı sebeplerle tercih edilir. Bu gibi durumlarda ravilerden birinin diğerine nazaran fakih veya daha bilgin olması gibi müctehidlerce benimsenen farklı bir takım tercih sebepleri vardır.

«6 — Ebû Hanîfe, âhâd haberleri alırken ravinin kendi rivayet ettiği habere aykırı bir iş yapmamasını da şart koşar. Köpeğin dilini soktuğu bir kabın yedi kere yıkanması ile ilgili olarak Ebû Hureyre’den rivayet edilen hadisi Ebû Hanîfe kabul etmemiştir. Çünkü bu hadis Ebû Hureyre’nin fetvasına aykırıdır. Selefden birçokları da Ebû Hanîfe gibi âhâd haberi aynı gerekçe ile reddetmişlerdir.

«İbn Receb’in «Şerhu İleli’t-Tirmizi»sinde bu hususla ilgili misalleri bulabilirsiniz. Gerçi, Zahiri mezhebine yakın olan bazı kimseler bu görüşe katılmazlar.

«7 — Ebû Hanîfe, İbn Receb’in de belirttiğine göre, iki haberden birisinde sened yahut metin yönünden bir fazlalık bulunursa, ihtiyat bakımından bu fazlalığı kabul etmez. Sonraki bazı Hanefî fakihlerinin muarızlarıyle yaptıkları tartışmalarda bu esası ihmal etmeleri hasımlarını kendi görüşleriyle susturmak içindir.

«8 — Ebû Hanîfe, âhâd haberle kaçınılması imkânsız olan «umûmu’l-belvâ», yani sık sık vuku bulduğu için herkesin yapmak zorunda kaldığı hususlarda amel etmez. Bu gibi durumlarda haberin mütevâtir veya meşhur olması gerekir. Şüpheli hallerde tatbik cihetine gidilmeyen hadd cezaları ve kefaretlerde durum böyledir.

«9 — Ebû Hanîfeye göre, her hangi bir hükümde ihtilâfa düşen sahabîlerden biri ahad haberi terketmemelidir.

«10 — Ebû Hanîfe’nin âhâd haberler konusunda diğer bir prensibi de, seleften hiç kimsenin onları tenkid ve ta’n etmiş olmamasıdır.

«11 — Ebû Hanîfe ceza ve haddler konusunda değişik rivayetler bulunduğu zaman hafif olanını tercih eder.

«12 — Ebû Hanîfe’ye göre râvînin, haberi işittiği andan rivayet ettiği ana kadar unutmaksızın ezberinde tutması şarttır.

«13 — Ebû Hanîfe, râvinin haberi kimden rivayet ettiğini hatırlamaması halinde yazısına itimat etmemesini esas olarak alır.

«14 — Ebû Hanîfe, şüpheli hallerde uygulanmayan hadd cezalarında değişik rivayetler bulunursa ihtiyat yönünü tercih eder. Meselâ, on dirhemlik bir şey çalan hırsızın eli kesileceğini bildiren rivayeti alır; bu konuda üç dirhemden (1/4 dinardan) söz eden rivayeti kabul etmez. On dirhemle ilgili rivayet ihtiyata daha uygundur ve tercihe şayandır; çünkü bu iki haberden hangisinin önce, hangisinin sonra varid olduğu bilinmediğinden, aralarında nesh’e karar vermek de mümkün değildir.

«15 — Ebû Hanîfe, diğer haberlerle desteklenen âhâd haberleri tercih eder.

«16 — Ebû Hanîfe’nin esaslarından biri de haberin, bulundukları memleket veya şehir neresi olursa olsun sahâbî ve tabiilerce tatbik edilegelen şeylere aykırı olmamasıdır. Leys b. Sa’d da, İmam Mâlik’e yazdığı risalede buna işaret etmiştir.

«Ebû Hanîfe’nin bunlara benzer bir kısım prensipleri daha vardır. Bunlar kendisinin, daha kuvvetli delil ile amel ederek bir kısım rivayetleri terketmesine yol açmıştır, «es-Sîratu’ş-Şâmiyyetu’l-Kübrâ» yazarı Muhammed b. Yûsuf eş-Sami (Ö. 942/1535), «Ukûdu’l-Cuman fî Menâkıbı Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân» adlı eserinde İbn Ebi Şeybe’yi red sadedinde anlattığımız hususların bir kısmına işaret eder ve şöyle der: «Bu kaidelerin gereği oıarak Ebû Hanîfe bir çok âhâd hadisle amel etmeyi terketmiştir. Allah, Ebû Hanîfeyi hasımlarının isnadlarından korusun. Gerçekte Ebû Hanîfe hadislere kasden muhalefet etmemiştir. Bir kısım delil ve gerekçelere dayanarak, ictihad neticesinde muhalefet etmiştir. Müctehide içtihadında yanılırsa bir ecir; isabet ederse iki ecir vardır. Ebû Hanîfeye dil uzatanlar, ya onu çekemiyenler ya da ictihad mevkiini bilmeyenlerdir.»

«Ebû Hanîfe’nin kabul ettiği bir kısım hadisleri sonraki bazı bilgilerin sözlerine dayanarak senedleri yönünden zayıf saymak doğru değildir; çünkü O, hadis rivayet ettiği üstadlarının durumlarını yakından biliyordu; genellikle kendisiyle sahabi arasında sadece iki râvî bulunuyordu.» 

Mezhep taklidi hakkinda bir kac delil!!

Plaats een reactie

El-İfşah’ta şöyle geçer:

Dört mezhepten birini taklit etme ve hakkın bu dört mezhebin dışına çıkmayacağı hususlarında icma vardır”
[el-Furû:6/471]

Allame ed-Dihlevi:

“Ümmetin tamamı, ya da şöyle diyelim: ümmetin muteber olan bölümü, tedvin edilip sağlaması yapılmış olan şu dört mezhepten birini taklit etmenin caiz olduğu konusunda, günümüze kadar görüş birliği içerisinde olmuştur. Ayrıca malum olduğu üzere ümmetin maslahati da bu yöndedir”
[ed-Dihlevi, el-Inâf,97]

Maliki Fakihi el-Hattab:

“Taklit: delilini bilmeden bir başksinin görüşünü almak demektir. İçtihada ehil olmayan kimselerin müçtehid imamlardan birini taklit etmesi vaciptir. Bu konuda kişinin alım olması veya olmaması bir şeyi değiştirmez. Alimlerin genelinin görüşü bu yöndedir”
[el-Hattab, Mevâhibu’l-Celil,1/30]

Fakih İlîs:

“İçtihada ehil olmayan kişilerin takilitte bulunması vaciptir. Bu meseleyle ilgili ehl-İ Sünnetin icmai vardır”
[Ilîş, Fethu’l-Aliyyi’l-Mâlik,1/90]

İmam İbn Kudame:

“Fer’İ meselelerde taklit icma ile caizdir. Bu meselenin delili icma’dır”
[Ibn Kudame’nin er-Ravda’sından naklen, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr, 621]

(BERÎKA) üçyüzyetmisaltıncı sahîfede diyor ki, (Bizler, müctehiddegiliz. Bize (Mukallid) denir. Bizim gibi mukallidler için, delîl, sened,fıkh âlimlerinin, ya’nî müctehidlerin sözleridir. Bildigimiz âyet-i kerîmeler ve hadîs-i serîfler, bunların sözlerine uymaz görünürlerse,onlara degil, bunların sözlerine uymamız lâzımdır. Bunlar,onları görmemis veyâ görmüsler de anlıyamamıslar demek câiz olmaz).

(Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbının dördüncü aslında,fârisî olarak buyuruyor ki, islâm dîninin hükmlerini biz câhillere derin âlimler ve olgun sâlihler bildirdi. Bunlar, (Muhaddisler) ve (Müctehidler)dir “rahime-hümullahü teâlâ”.
Hadîs âlimleri, hadîs-i serîfleri incelemislerdir. Dogru olanlarını ayırmıslardır. Müctehidler de, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden ahkâm çıkarmıslardır. Biz, ibâdetlerimizi ve bütün islerimizi bu ahkâma uygun olarak yaparız. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânından çok uzak oldugumuz ve nassların nâsih ve mensûh olanlarını ve muhkem (ma’nâsı açık) ve müevvel (ma’nâsı açık olarak anlasılamıyan) olanlarını ve birbirine uymaz görünenlerinin uygun olduklarını anlıyamadıgımız için, bir müctehidi taklîd etmemiz lâzımdır!
Çünki müctehid, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına yakın oldugu için ve derin âlim ve çok takvâ sâhibi ve hükm çıkarmakda mehâret sâhibi oldugu ve hadîs-i serîflerin ma’nâlarını iyi anladıgı için, onun anladıgına uymakdan baska çâre yokdur.

Böyle olmıyan bir kimsenin Nasslardan, ya’nî Kitâb-dan ve sünnetden hükm çıkarmasının câiz olmadıgını, mezhebsizlerin çok büyük âlim dedikleri

IBNI KAYYIM CEVZIYYE (I’lâm-ülmukî’în) kitâbında bildirmekdedir. (Kifâye) kitâbında diyor ki, (Âmî olan [ya’nî, müctehid olmıyan] kimse, bir hadîs-i serîf isitince, bundan kendi anladıgına göre is yapması câiz olmaz. Belki, onun anladıgından baska ma’nâ verilmesi îcâb eder. Yâhud mensûh olabilir. Müctehidin fetvâsı ise, böyle sübheli degildir.) (Tahrîr) serhi olan (Takrîr)de de böyle yazılıdır. Bunda, (Mensûh olabilir) dedikden sonra, (Fıkh âlimlerinin bildirdiklerine uyması lâzımdır) demekdedir.

Seyyid Semhûdî “rahimehullah”, (Ikd-i ferîd) kitâbında diyor ki: Hanefî âlimlerinin büyüklerinden Ibn-ül-Hümâm, Imâm-ı Ebû Bekr-i Râzînin, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ edilmelerini ve bunların sonra gelen âlimlerin kolay anlasılan, kısmlara ayrılmıs olan ve açıklamaları yapılmıs olan sözlerine uymaları lâzım oldugunu, derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir) sözünü haber vermisdir. 1119 [m. 1707] senesinde vefât etmis olan Muhibbullah Bihârî Hindînin “rahime-hullahü teâlâ” (Müsellem-üs-sübût) kitâbında ve bunun (Fevâtih-ur-rahemût) serhinde, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ olunmalarını ve bunların, islâmiyyeti açıklıyan, sözleri kolay anlasılan, kısmlara ayırmıs olan âlimlere uymaları lâzım oldugunu derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir!!!
Takıyyüddîn Osmân ibnüs-Salâh Sehr-i zûrî “rahime-hullahü teâlâ” 577 [m. 1181]-643 [m.1243], dört imâmdan baskasını taklîd etmenin câiz olmadıgını buradan çıkarmısdır) demekdedir!!
(Serh-i minhâc-ül-üsûl)de diyor ki, (Imâm-ül-Haremeyn, (Burhân) kitâbında, avâm Eshâb-ı kirâmın mezheblerine uymamalıdır. Din imâmlarının, ya’nî dört mezheb imâmının mezheblerine tâbi’ olmalıdırlar demekdedir!!!
[Osmân ibni Hâcib-i Mâlikî, 646 [m. 1248] de Iskenderiyyede vefât etdi.] (Bahr-ür-râık)da (Imâm-ı a’zamı taklîd edenin,hep hanefî mezhebine tâbi’ olması vâcibdir. Zarûret olmadıkça,baska mezhebe göre is yapması câiz degildir. Büyük âlim Kâsımın bildirdigi gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir) diyor!! [Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879 [m. 1474] de vefât etdi.]
(Müsellem-üssübût) kitâbında diyor ki, (Mutlak müctehid olmıyanın, âlim de olsa, bir [mutlak] müctehidi taklîd etmesi lâzımdır). Bu kitâbı Muhibbullah Bihârî Hindî hanefî yazmıs, 1119 [m. 1707] de vefât etmisdir.]
Imâm-ı Abdülvehhâb-ı Sa’rânî (Mîzân) kitâbının yirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, (Ayn-ül-ülâya yükselmemis bir âlimin,dört mezhebden birini taklîd etmesi vâcibdir. Taklîd etmezse, dogru yoldan sapar. Baskalarını da sapdırır).
Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)ın ikiyüzseksenüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Âmînin mezheb degisdirmesi câiz degildir. Diledigi bir mezhebi taklîd etmesi lâzımdır). Âmî, müctehid olmıyan demekdir.
Ibni Hümâm “rahmetullahi aleyh”, (Tahrîr) kitâbında diyor ki,(Bir kimsenin, taklîd etdigi mezhebi, ya’nî ona uygun is yapmaga basladıgı mezhebi terk etmesinin câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir)!!
Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbında,emr-i ma’rûfu anlatırken buyuruyor ki, (Taklîd etmekde oldugu mezhebe uygunsuz is yapmaga, hiçbir âlim câiz dememisdir)!!

İMAM ABDÜLVELİD EL BACİ(R.A):”KIYASLA HÜKÜM VERMENİN CAİZLİĞİNDE İCMA EDİLMİŞTİR”

Plaats een reactie

İMAM ABDÜLVELİD EL BACİ(R.A):”KIYASLA HÜKÜM VERMENİN CAİZLİĞİNDE İCMA EDİLMİŞTİR”

Maliki alimlerinden olan AbdülVelid El Baci (403-474 h/ 1012-1081) rahimahullah kendisinin”İhkamul Fusul fi Ahkamil Usul” adlı kitabında diyor ki:

أجمع الصحابة والتابعون ومَن بعدهم مِن الفقهاء والمتكلِّمين وأهلِ القدوة على جواز التعبّد بالقياس

“Sahabiler, tabiunlar ve onlardan sonra gelen fakihler, mütekellimler, örnek şahsiyyetler kıyasla hüküm vermenin caizliğinde icma etmişler.”

Kaynak: AbdülVelid El Baci: İhkamul Fusul fi Ahkamil Usul: cilt 2/ sayfa 537
Darul Ğarbil İslami: 1415/1995

İMAM İBNUL CÜZZEY EL ĞIRNATİ(R.A):”KIYAS HÜCCETDİR”…!

Plaats een reactie


Maliki alimlerinden olan İbnul Cuzeyy El Ğirnati (693-741 h/1294-1340) rahimahullah kendisinin”Takribul Vusul ila İlmil Usul” adlı kitabında diyor ki:

والقياس حُجّة عند العلماء مِن الصحابة فمَن بعدهم إلا الظاهرية

“Kıyas sahabilerden olan ve onlardan sonra gelen alimler yanında hüccetdir. Zahirilerden başka.”

Kaynak: İbnul Cuzeyy El Girnati: Takribul Vusul ila İlmil Usul: 89
Celal Ali El Cuheninin tahkik etdiği nusha

Imam Ebu Şame(ra), Imam Şafii’nin sözünün izahi!

Plaats een reactie


(İmam Subki kendi kitabinda diyor ki) Şafii fakihlerinden hadisde ittibasıyla meşhur olan Ebu Şame El Makdisi (599-665 h/1202-1267 m) İmam Şafinin sözleri hakkında diyor ki:

ولا يتأتَّى النُّهُوضُ بهذا إلا مِن عالمٍ معلومِ الاجتهادِ ، وهو الذي خاطبَه الشافعيُّ بقوله : إذا وجَدْتم حديثَ رسولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم على خلافِ قوْلي فخُذُوا به ودَعُوا ما قلتُ ، وليس هذا لكلِّ أحدٍ .
فكَمْ في السنةِ مِن حديثٍ صحيحٍ العملُ على خلافِه , إما إجماعًا , إما إختيارًا لمانعٍ منَع

“… Böyle bir şeye ancak ictihadı malum olan (müctehid) alim girişe bilir.
İmam Şafinin “Allah Rasülünün– sallallahu aleyhi ve sellem– benim görüşüme mühalif hadisini görseniz onu alın ve benim dediğimi terk edin” sözüyle müracaat etdiği böyle bir kimsedir. Yoksa bu herkesin yapa bileceği bir şey değil!
Sünnetde aksiyle amel edilen bir çok sahih hadis var! Bu ya icma ya da manii olan herhangi başka bir faktörun seçilmesi sebebiyledir.”

Kaynak: Takiyuddin Es Subki: Mana Kavlil İmamil Muttalibi: 106

Bir kimsenin, müçtehid derecesine vasıl olabilmssi için gereken vasıflar!

Plaats een reactie

Bir kimsenin, müçtehid derecesine vasıl olabilmssi için şu vasıflara sahip olması gerekir:

1. Kur’an’a ait bilgileri, Kur’an’m bütün mâ­nâlarım ve vecihlerini bilmelidir. Kur’an’m ahkâ­ma taallûk eden âyetlerinin lügat ve ıstılah mâ­nâlarını bilmelidir, Kitab’ın hâs-âmm mücmel-müfesser, nasih-mensuh, hakikat – mecaz, sarih – ki­naye, zahir, nass ve muhkem gibi bütün kısımla­rını bilmelidir.

2. Hadis ilmini tamamen bilmek. Ahkâma ta­allûk eden hadislerin tevatür, meşhur ve âhad yol­larını; hadislerin metinlerini; bizlere ne suretle rivayet edildiğini; mânâlarının vecihlerini yani lügat ve ıstılah mânâlarını; Kitap’la müşterek elan har., âmra, mücmel, müteşabih; bütün kısım­ları lâyıkıyla bilmelidir.

3. Müçtehid, icmâ’ın varid olduğu yerleri bil­melidir ki, icmâa muhalif içtihadda bulunmasın.

4. Kıyas’m şartlarıyla, hükümleriyle ve kısımlarıyla vecihlerini, makbul veya merdut olan şekillerini, «Usûl» ilminde olduğu gibi bilmelidir.

İçtihadın şartları yukanda sayılanlardan iba­ret olmakla baraber, İslâm âleminde umum tara­fından kabul olunmuş ve yaşayan dört Ehl-i Sunnet Mezhebi’nden başka mezhep tesis olunmamış­tır. İslâm âlimleri, yeni mezhepler kurmak yerine, yaşayan dört Ehî-i Sünnet Mezhebi’nden birine ilntisap etmişler ve halkı da bunlardan birini tak­lide çağırmışlardır. Ayrıca mezhepleri birbirine eklemenin de yanlış olduğunu beyan ederek sa­kınmaya davat etmişlerdir.

Müçtehid derecesinde olmayan insanlar ise, bir müçtehidi taklid ederler. Çünkü, halkın vazi­fesi müçtehidlerin sözü ile amel etmektir; kitap, sünnet vs sahabenin sözleriyle değil. Zira halk, ki­tabın ve sünnetin delâlet ettikleri mânâları, hü­kümleri, nâsih ve mensuh gibi meseleleri anlaya­maz.
Müçtehidler, bunları halktan daha güzel an­lar ve hüküm olarak çıkarırlar.

Bu hususta «Müç­tehid, bu âyeti veya hadisi görmemiş olabilir» şek­linde bir söz de söylenemez. Çünkü bir kimse âyet ve hadisleri, sahabenin sözlerini bilmiyorsa, zaten müçtehid değildir.

Buradan çıkan netice şudur ki; bir mesebde, müçtehidin içtihadı ve fakihin fetvası; o hususta­ki bütün nass’ları bilmesine imkân olmayan halk için, nassa, yani âyet, hadis ve sahabe sözüne ter­cih edilir.

[Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid]

ATA İBNİ EBU RÜBAH(R.A) VE 20 REKAT TERAVİH…!

Plaats een reactie


Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!

Sevgili kardeşlerimiz,Teravih namazinin 20 rekat olduğunun deillilerini paylaşmakla vehhabi zihniyyetine cevap vermeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim İbni Ebu Şeybenin(r.a) “Musannaf” isimli kitabinin 5-ci cildinin 224-cü sayfasinda bulunan 7770- numarali hadisdir ve şöyledir:

حَدَّثَنَا ابْنُ نُمَيْرٍ ، عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ ، عَنْ عَطَاءٍ ، قَالَ أَدْرَكْت النَّاسَ وَهُمْ يُصَلُّونَ ثَلاَثًا وَعِشْرِينَ رَكْعَةً بِالْوِتْرِ

Ata Ibni Ebu Rübah(r.a) dedi ki:”Ben insanlari herzaman vitirde dahil olmakla 23 rekat kilarken gördüm”

Imam Muhammed Mayarrah(ra) ve Akidesi!!

Plaats een reactie


Hamd Allaha,Salat ve selam onun Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve şerefli sahabilerine(r.a) olsun!

Değerli kardeşlerimiz,Ehli Sünnetin temel akidelerini açiklamakla vehhabi zihniyyetine cevap vermeye devam ediyoruz.Gördüğünüz resim Maliki mezhepinin büyük alimlerinden Muhammed Mayarrahin(r.a) “Ed Durrut Temin vel Mavridul Main” adli kitabin 32-33 sayfalaridir.Bu sayfalarda Imam Muhammed(r.a) diyor ki:

« أَجمعَ أَهْلُ الحَقِّ قَاطِبَةً على أنَّ الله تَعالى لاجِهَةَ له، فلا فوقَ ولا تحتَ ولايمينَ ولا شمالَ ولا أمامَ ولا خَلْفَ »

Ulema(ilim ehli) Allahin (belli bir)yönünün,sağinin,solunun,önünün,arkasinin,yukarisinin,aşağisinin bulunmadiğina dair icma etmişlerdir.

Allah Teala organlardan münezzehtir!!

Plaats een reactie

Dörd imamın zaman bakimindan selefe en yakin olan İmam Ebu Hanife (80-150 h/ 699-767 m) “El FiKhul Ebsat” adlı kitabında yüce Allah için elden konuşurken diyor ki:

يَدُ اللهِ فَوْقَ أَيْديهم : ليست كأيدي خلْقه وليستْ جارحةً وهو خالقُ الْأَيْدِي , ووَجْهُه ليس كوجوهِ خلْقه وهو خالقُ كلِّ الوُجُوهِ , ونفْسُه ليستْ كنفس خلْقه وهو خالقُ النّفوس

“Allahın eli onların eli üzerindedir: Onun eli mahlukatin eli gibi deyil. Ayni zamanda orqan da değil. O ellerin yaradıcısıdır.
Onun yüzü mahlukatin yüzü gibi değil. O, bütün yüzlərin yaradıcısıdır.
Onun nefsi mahlukatin nefsi gibi değil. O bütün nefslerin yaradıcısıdır.”
Kaynak: Ebu Hanife: El Fikhul Ebsat: 56
Tahkik: Zahid El Kevseri: 1368

Ehli Sünnetin en eski akide risalelerinden birini yazan İmam Ebu Cafer Et Tahavidir (239-321 h/ 853-933 m) ve bu risalede o, üç İmamın Ebu Hənifenin, Ebu Yusuf El Ensarinin (113-182 h/731-798 m) ve Muhammed Eş Şeybaninin (132-189 h/ 749-805 m) akidesini topladığıni ifade ediyor.
Bu imamların, Yüce Allahın orqanlardan tenzih etmesi hakkinda Tahavi şöyle diyor:
وتعالى عن الحُدُودِ والغَايَاتِ والأَرْكانِ وَالأَعْضاءِ وَالأَدَواتِ ، لا تَحْوِيهِ الجِهَاتُ السِّتُّ كسَائِرِ المُبْتَدَعَاتِ

“Allah, hududlardan (sınırlardan), ğayelerden (son noktalardan), rüknlardan (kendisini teşkil eden parçalardan), uzuvlardan (orqanlardan) ve vasitalardan (alətlerden) münezzehtir.
Digər yaradılmışlarda olduğu kimi, altı cəhət (üst, alt, sağ, sol, ön, arxa) onu əhatə etməz.”
Kaynak: Ebu Cafer Et Tahavi: El Akidetut Tahaviyye: 13
Amman: Darul Beyrak: 1421/2001

Şafi alimlerinden Abdul Kahir El Bağdadi (v. 429 h/1037 m) kendisinin “El Fark Beynel Firak” adlı kitabinda buyuruyor:
وأجْمعوا على إحالةِ وَصْفِه بِالصُّورةِ والأعْضَاءِ , خلافَ قولِ مَن زعَم مِن غُلاةِ الرَّوافِض , ومِن أتباعِ داودَ الجَوَاربيِّ أنَّه على صورةِ الإنسان

“Onun insan süretinde (formasında/şeklinde) olduğunu söyleyen ğulat Rafiziler ve Davud El Cevaribinin devamçılarına mühalif olarak Ehli Sünnet, Onun süret ve uzuvlarla (orqanlarla) vasf olunmasıının mümkünsüzlüyünde icma etmişlerdir.”
Kaynak: Abdul Kahir El Bağdadi: El Fark Beynel Firak: 332
kahire: Metbeatul Medeni
Buharinin “Sahih”ine şerh verenlerden meşhur Maliki alimi İbn Battal (v. 449 h/1057 m) rahimahullah, Allahın semaları bükeceği hakkinda gelen hadisi şerh ederken diyor:
وَفيه إثباتُ اليَمينِ لِله صِفَةً مِن صِفاتِ ذاتِه , لَيستْ بجارِحةٍ خِلافاً لِمَا تعْتقِده الجِسْمِيّة في ذلك لِاسْتِحالَةِ جَوازِ وَصْفِه بِالجَوارحِ والأبْعَاضِ , واسْتِحالةِ كَوْنِه جِسماً . وقَد تَقدَّمَ القَولُ في حَلِّ شُبَهِهِم في ذلك

“Bu hadisde, (zahiren sağ anlamini veren) “yemin” in, Onun zatının sifatlarindan bir sifati olarak Allah hakkında isbatı vardır.
Allahın orqanlar ve hisselerle vasfinin, ayni zamanda da cism olmasınının mümkünsüzlüyü sebebiyle, Cismiyyenin (mücessimenin) bu konuda itikad etdiyine mühalif olarak (ehli sünnet diyor ki,) bu orqan değildir.
Bu konuda onların şübhesini çözmek hakkinda açıklama daha önce zikr olundu.”
Kaynak: İbn Battal: Şerhu Sahihil Buhari: 10/411
Riyad: Mektebetur Ruşd

Şafi alimlerinden olan Hafiz Ebu Bekr El Beyhaki (384-458 h/994-1066 m) rahimahullah kendisinin “El İtikad” kitabında buyuruyor ki:
وَأنَّ إتْيانَه ليس بإتيانٍ مِن مكانٍ إلى مكانٍ , وأنَّ مَجيئَه ليس بحركةٍ , وأنَّ نُزولَه ليس بنُقْلةٍ , وأنَّ نفْسَه ليس بِجسمٍ , وأنَّ وجهَه ليس بصورةٍ , وأنَّ يدَه ليستْ بجارحةٍ , وأنَّ عينَه ليست بحَدَقةٍ
وإنَّما هذه أوصافٌ جاء بها التَّوقيفُ فقُلْنَا بها ونفيْنَا عنْها التَّكييفَ

“Bilinmelidir ki, Onun (zahiren geliş anlamini veren) “ityan”ı bir mekandan başka bir mekana olan geçid, (yine zahiren geliş anlami veren) “meci”si haraket, (zahiren iniş anlami veren) “nüzul”u (bir yerdən başka yere) geçmek, nefsi cisim, (zahiren yüz anlami veren) “vech”i surat, (zahiren el anlamini veren) “yed”i orqan, (zahiren göz anlamini veren) “ayn”i göz bebeği deyildir!
Bunlar şeriatin getirdiyi vasflardir, biz de onları kabul ediyor ve keyfiyyetlerini nefy ediyoruzs.”

Kaynak: Ebu Bekr El Beyhaki: El İtikad: 123
Riyad: Darul Fadile: 1420/1999

Meşhur Maliki alimlerinden Kadi İyad (476-544 h/ 1083-1149 m) kendisinin “Meşerikul Envar ala Sihehil esar” adlı kitabinda buyuruyor:
وقولُه : “كتَب التوراةَ بيدِه , وخلَق آدمَ بيدِه , ويَقبِضُ السمواتِ بيدِه ” , ومثلُ هذا مِمَّا جاء في الحديثِ والقرآنِ مِن إضافةِ اليدِ إلى اللهِ تعالى , اتفق المُسلمونَ أهلُ السُّنةِ والجَماعةِ أنَّ اليَد هُنَا لَيستْ بجارِحةٍ , ولا جِسْمٍ , ولا صُورةٍ , ونزَّهوا اللهَ تعالى عَن ذلك . إذْ هِي صفاتُ المُحدَثِينَ . وأثْبَتُوا مَا جاءَ مِن ذلك إلى اللهِ تعالى , وآمَنُوا به , ولم يَنْفُوهُ
وذهَب كثيرٌ مِن السَّلف إلى الوُقوفِ هُنا ولا يَزِيدُونَ , وَيُسَلِّمُونَ , ويَكِلونَ عِلْمَ ذلِك إلى اللهِ ورَسُولِهِ صلَّى الله عليْه وسلَّم
وكذلك قالوا في كلِّ ما جاء مِن مِثلِه مِن المُتَشابِهِ

“”Tevratı (zahiren el anlami veren) “yed”i ile yazdı, Ademi “yed”i ile yaratdı, semaları “yed”i ile tutacak” gibi, hadisde ve kuranda varid olmuş, Allahu Tealaya “yed” isnadına gelincə, Müslümanlar, Ehli Sünnet vel Cemaat, burada “yed”in ne orqan, ne cisim, ne de suret olmamasında ittifak etmiş, Allahu Tealanı bundan tenzih etmişler.
Çünki bunlar yaradılmışların sifatlaridir. Varid olmuş bu şeyleri Yüce Allah hakkında ispat etmiş, ona iman etmiş, onu nefy etmemişler.
Selefin bir çoğu bu kadarl kifayetlenerek başka birşey eklememek, teslim olmak, bunun ilmini Allaha ve Resuluna – sallallahu aleyhi ve sellem – havale etmek görüşünde olmuşlar.
Ayni zamana varid olmuş her müteşabih nass haqhakkinda da bu görüşde olmuşlar.”

Kaynak: Kadi İyad: Meşerikul Envar: 2/303
kahire: Darut Turas/Tunis:Mektebetul Atika

Meşhur müfessir Ebu Hayyan El Endulusi (654-745 h/1256-1344 m) kendisinin “Behrul Muhit” adlı tefsirinde Maide suresi 64-cü ayeti açıklarken diyor:

مُعتقَد أهلِ الحقِّ أنَّ اللهَ تعالى ليس بجسْمٍ وَلَا جارِحةَ لَه ، وَلَا يُشبِه بِشيْءٍ مِن خَلقِه ، وَلَا يُكَيَّفُ ، وَلَا يَتحَيَّز ، وَلَا تَحُلُّه الحَوادِثُ ، وكُلُّ هَذا مُقَرَّر في عِلم أصولِ الدِّين

وقال قومٌ مِنهم القَاضي أبو بكر بن الطَّيِّب : هذه كلُّها صِفَاتٌ زَائِدةٌ عَلى الذَّات ، ثابِتةٌ لِلّه تَعالى مِن غَير تَشبيهٍ ولَا تَجديد
وقال قومٌ مِنهم الشَّعْبِي ، وابنُ المُسَيَّب ، والثَّوْري : نُؤمِن بِها وَنُقِرُّ كَما نَصَّتْ ، وَلَا نُعَيِّنُ تَفسيرَها ، ولا يُسبَق النظَر فيها

“Hakk ehlinin itikad etdiyi odur ki, Allah Teala cisim deyildir, onun bir orqanı da yokdur, yaratdıklarından hiç bir şeye benzemez, Ona keyfiyyet verilmez, mekan tutmaz, yaradılmışlar ona hulul etmez. Bütün bunlar üsuluddin (akide) ilmində kanun olarak kabul edilmişdir…

… Kadi Ebu BEkr bin Et Tayyib (El Bekilleninin) de aralarında olduğu bir qrup demişdir: “Bütün bunlar Zatdan ilave sifatlardir, benzedilme ve yenilik iddiası olmadan Allah Teala hakda sabitdir.”
Eş Şabi, (Said) bin El Museyyeb, (Sufyan) Es Sevrinin de aralarında olduğu bir qrup demişdir: “Onlara iman edir, Nasslarda geldiyi gibi onları ikrar ediyoruz. Onlara belii bir tefsir vermiyoruz, bunlar hakda yorum bildirilmez.”
Kaynak: Ebu Hayyan: Behrul Muhit: 3/534-535
Beyrut: Darul Kutubil İlmiyye: 1413/1993

Meşhur müfessir Ebu Abdillah El Kurtubi (600-671 h/1204-1274 m) Ali İmran surEsinin 7-ci ayEsinin tefsirinde diyor:

قوله تعالى : فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ٱبْتِغَاءَ ٱلْفِتْنَةِ وَٱبْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ
قال شيْخنا أبو العبّاس رحمة الله عليه : مُتَّبِعُو المُتشابِهِ لَا يَخْلو
أنْ يَتَّبِعُوهُ ويَجْمعوهُ طَلَباً لِلتَّشْكِيكِ في القُرآنِ وإضلالِ العوامّ ، كَما فعَلَتْه الزَّنادِقَة والقَرامِطَةُ الطَّاعِنُونَ في القرآنِ
أو طلباً لاعْتقادِ ظَواهِرِ المُتَشابِهِ، كَما فَعَلتْه المُجسِّمة الذِينَ جَمَعُوا ما في الكِتَاب والسُّنَّة مِمَّا ظاهرُه الجِسميَّة حتى اعتَقدوا أنَّ البَارِىءَ تَعَالَى جِسمٌ مُجَسَّم وصُورةٌ مُصَوَّرَةٌ ذَاتُ وَجْهٍ وعيْن ويدٍ وجَنْبٍ ورِجْلٍ وأُصْبُعٍ ، تعالى الله عَن ذلك
أو يتَّبِعوه عَلى جِهةِ إِبْداءِ تأويلاتِها وإيضَاحِ مَعانيها
أو كَما فَعل صَبِيغ حِينَ أكْثَرَ على عُمَرَ فِيهِ السُّؤالَ

“Allahın “Fitne ve tevili arzusuyla o ayetlerden müteşabih olanlara yönelerler” sözüne gelince.
Şeyhimiz Ebul Abbas El Kurtubi) – rahmetullahi aleyh – demişdir: Müteşabihe yönelenler aşağıdakı hallerden birindedirler:
1.kurana tan eden zındıklar ve karamita firkasi gibi, Kuran hakkında şekk yaratmak ve avamları azdırmak maksadiyla onlara (müteşabihlere) yönelen və cem edenler.
2. El Bari Tealanın şekillənmiş bir cisim, formalaşdırılmış bir suret, yüz, el, yan taraf, ayak, parmak sahibi olduğunu – ki Allah bu cür şeylerden münezzehtir- itikad edecek kadar Kuranda ve Sünnetde, zahiri cismiyye olan (Allahın cisim olduğunu vehm etdiren) nasları toplayan Mücessimenin etdiyi gibi, bu müteşabihlerin zahirini itikad etmek maksaiyla onlara yönelenler.
3. Onlara yeni teviller vermek, manalarini izah etmek için yönelenler.
4. Onlar hakda Ömere fazla soru sorduğu Sabiğin etdiyi gibi/bu niyyetle onlara yönelenler.”
Kaynak: El Kurtubi: El Cami li Ahkamil Kuran: 4/13-14
Riyad: Dar Alemil Kutub: 1423/2003
Maliki alimlərinden kadi İyad Es Sebti (476-544 h/1083-1149 m) “Eş Şifa bi Tarifi HuKuKil Mustafa” tekfir meselesini müzakire ederken, Yüce Allaha orqan nispet edenlerle alakali İmam Malikin bu sözlerini naklediyor:

وقال : مَن وصَف شَيْئًا مِن ذاتِ اللَّه تعالى وأشارَ إلى شيءٍ مِن جَسَدِه يَدٍ أَو سَمْعٍ أَو بَصَرٍ قُطِع ذلك مِنْه , لِأَنَّه شَبّه اللَّهَ بنَفْسِه

“(İmam Malik) demişdir: Kim Yüce Allahın zatından bir şeyi vasf ederken, kendi vucudundan el, kulak, göz gibi bir şeye işare ederse, işare etdiyi orqan kesilir.
Çünki o, Allahı kendisine benzetmişdir.”
Kaynak: kadi İyad Es Sebti: Eş Şifa: 1053-1054
Darul Kutubil Arabi: 1404/1984

Şafi alimlərinden olan Hafiz İbn Hacer El Askalani (773-852 h/1372-1449 m) Buharinin “Sahih”ine şerh verdiyi “Fethul Bari” kitabında, Ebu Suleyman El Hattabiden (319-388 h/931-998 m) naklen diyor:

وقال الخطَّابيّ : لَمْ يقَعْ ذكْرُ الإصْبَعِ في القُرْآنِ ولا في حَديثٍ مَقطوعٍ به , وقد تَقرَّر أنَّ اليَدَ ليستْ بجارِحةٍ حَتَّى يُتوَهّمَ مِنْ ثُبوتِها ثبوتُ الأَصابِع , بَل هو تَوْقيفٌ أطْلقَه الشَّارِعُ فَلا يُكيَّف ولا يُشبَّه
ولَعلَّ ذِكْرُ الأصابعِ مِن تَخْليط اليَهودِي فَإنَّ اليَهودَ مُشَبِّهة

“(Ebu Süleyman) El Hattabi demişidir: Ne Kuranda, ne de sahihliyi kati olan bir hadisde parmak zikr edilmemişdir. Artık sabitdir ki, (zahiren el anlamini veren) “yed” orqan deyildir ki, onun sabit olmasıyla parmakların da sabit olması düşünülsün. Aksine o, Şarinin istifade etdiyi sözdür. Ona keyfiyyet verilmez, (neyese) benzedilmez.
Ola bilsin ki parmaklari zikr edilmesi, Yahudinin karışdırdığı bir şeydir. Çünki, Yahudiler müşebbihedir…”
kaynak: İbn Hacer: Fethul Bari: 17/379
Riyad: Darut Taybe: 1426/2005
Malikilerden Ebu Abdillah El Kurtubi (600-671 h/1204-1274 m) Kalem suresi 42-ci ayete tefsir verirkəe buyuruyor:

فأمّا ما رُوِيَ أنَّ اللهَ يَكْشِف عَن ساقِه فإنَّه عَزّ وجلّ يَتَعالى عَنِ الأعْضاءِ والتَّبْعيضِ وأنْ يُكشَفَ ويُتغَطَّى
ومَعناه : أنْ يكشف عَن العظيمِ مِن أمرِه

“Allahın “sek”ini açması hakda rivayət olunan şeye gelince, İzzet ve Celal sahibi Allah uzuvlardan (orqanlardan), hisselerden, üzerinin açılmasından ve örtülmekden münezzehtir.
Bunun anlami: “Azametli bir işi ortaya çıkaracak”dır.”
Kaynak: El Kurtubi: El Cemi li Ahkəmil Kuran: 18/249
Riyad: Dar Alemil Kutub: 1423/2003

Yine Ebu Abdillah El Kurtubi “Maide” suresi 64-cü ayetinin tefsirinden konuşurken, orada geçen “yed” kelieəsinin arap dilindeki anlamlarini sayıyor ve “Sad” suresinin 75- ci ayetini kayd ediyor. Bundan sonra ise şöyle diyor:
فلا يجوز أنْ يُحمَلَ على الجارحة , لأنَّ البَارِيَ جلّ وتعالى وَاحِدٌ , لا يجوز عليه التَّبْعيض

“Orqan anlamina haml etmek caiz değil. Cünki Yüce ve celal sahibi El Bari (Allah) birdir. Onun hisselere ayrılması mümkün deyil.”
Kaynakl: El Kurtubi: El Cami li Ahkamil Kuran: 6/238
Riyad: Dar Alemil Kutub: 1423/2003

ومَن قال بتشبيهِ الله تعالى بشيءٍ أو أثْبَتَ له جارحةً سمي كرَّاميا ومشبِّها

“Kim yüce Allahın bir şeye benzediyini ve ya onun orqanı olduğunu derse Kerrami ve Muşebbih olarak adlandırılar.”
Kaynak: El Hakim Es Semerkandi: Es Sevedul Azam: 65
İstanbul: Mektebetu Yasin: 2011

“Kim “Yüce Allahın bir eli, dili, cismi var” ve ya buna benzer şeyler derse kafir olar.”
Kaynak: İbrahim Hilmi bin Huseyn: Selemul Ahkam Şerhu Savadil Azam: 149

http://ia700209.us.archive.org/23/items/SHAR7-AL-NADHEM/15.pdf BURDAN okuyabilirsiniz

Older Entries