Ibn Abidin’in vehhabiler hakkındaki sözleri!

Plaats een reactie

ibn abidin vehhabiler

IBN-İ ABİDİN R.A. DİYOR Kİ: EHLİ SÜNNET ORDUSU (OSMANLI ORDUSU), ALLAH’IN LÜTFUYLA HARİCİ VAHHABİLERE ÜSTÜN GELİP KAHR-U PERİŞAN ETMİŞTİR… Görmüş olduğunuz bu sayfa İbni Abidin’in r.a. Reddul-Muhtar alad-Durril-Muhtar adlı eserinin Darul-Marife -Beyrut baskısının 6. cild 400. sayfasıdır…Hanefi imamlarından İbn-i Abidin -rahmetullahi aleyh-, Muhammed b. Abdilvehhab önderliğinde Necid’de ortaya çıkan grubu şu şekilde anlatıyor:

“Vehhabilik Necd çöllerinde meydana çıkıp Harameyni (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) yi almışlardır. İbâdetleri Hanbeli mezhebine göredir. Fakat kendilerinin Müslüman olduğuna inanıp, kendilerine muhâlif olanların müşrik olduğuna inanmaktadırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah görürler. (Hicri) 1233 senesinde Ehl-i sünnet ordusu Allah Teâlâ’nın lütfuyla onlara üstün gelip kahru perişan etmiştir…

Ibn Teymiyye”minhac”kitabinda Ali kerremallahu vecheye ait her menkibeyi yermesi

Plaats een reactie

İnsaf sıfatıyla bezenmiş ve ilimle ilgisi olan herhangi bir kimse, İbn Teymiyye’nin “Minhac” eserini mütalaa ederse, İbn Teymiyye’nin Nasibi taifesinden olduğuna karar verecek ve “kendisini ancak mümin olan kişinin sevdiği ve ona ancak münafık kimsenin bugz ettiği” zatı(Hz. Ali(ra)) yermesi hakkında “Minhac” kitabından, büyük bir çıld reddiye istihraç etmesi mümkün olacaktır.

Allame Eş-Seyyid Alavi b. Tahir el-Haddad “El-Kavlu’l-Fasl fi mali beni Haşim min el-Fadl”kitabının ikinci cüzünde şöyle diyor: İbn Teymiyye “Minhac” kitabında, Emiru’l-müminin Ali, hz Fatima, Hasan ile Hüseyin hakkında yazdığı delillerin mukaddimelerinde ve dokunaklı sözler perdesi altında öyle yerme ve seb var ki, ondan insanın tüyleri ürperir ve kalbleri titrer. Demek ki, Nasibi ile Harici taifelerinin, İbn Teymiyye’nin adı geçen kitabı üzerinde durup, önem vermelerinin sebebi, ancak kendisinin o kitapta mezkur taifelerin tellerinden çaldığı ve izleri üzerinden yürüdüğü içindir. Öyle ise hem ondan hem taifelerinden sakin!!

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.467]

Türbeler(2)

Plaats een reactie

Mezheb Âlimlerinin (Bu Husûsta) Söyledikleri Hakkında Bir Fasıl(1)
(bu fasıl bir kac bölüm olacak)

Bunlar sıradan insanlar içindi. Velîlere ve sâlihlere gelince bir topluluk (kabirler üzerine bina yapılmasını) câiz görmüş, hatta onlar hakkında bunun güzel olacağını söylemişlerdir. Bu,onlara hürmet ve kabirlerinin hor ve hakîr düşürülmesi ve de kaybolmaktan korunması îcâbı idi. Tâ ki onları ziyâretle bereketlenmek ortadan kalkmasın.

İz İbnu Abdisselâm Mısır mezarlığında bulunan birçok kubbelerin, evlerin ve binaların vakıf arazisi üzerine yapılmış olduklarından yıkılmasına fetvâ vermiştir. Fakat İmâm-ı Şafiî’nin kubbesini yıktırmamış ve şöyle demiştir: Çünki o Abdu’l-Hakem’in evine yapılmıştır. Bu söz ve gerekçe O’nun, İmâm-ı Şafiî gibi olan zâtların üzerine kubbe yapılmasını câiz görmesidir. Ancak husûsî mülk ve vakıf arazisi olmaması gerekir.

Hatta, Hâfız Süyûtî, evliyânın ve sâlihlerin kabirlerini -vakıf arazisinde olsa bile- istisnâ tutmuş ve daha sonra gelen bir takım Şafiî âlimleri de ona muvâfakat etmişlerdir. Bunu Bezlü’l-Mechûd fî Hizâneti Mahmûddiye isimlendirdiği kitâbında anlatmış ve şöyle demiştir:Dördüncü şekil: Nassdan/âyet ve hadîsten o nassı sınırlandıracak bir ma’nânın çıkartılması câizdir. Bu da bilinen bir şeydir. Eğer bu, Şerîat sâhibinin sözünde böyle olursa, vakfedenin sözünde daha evlâdır. Böylece şöyle denilir:

Vakfedenin maksadı menfaatin tam olması ve korumanın tamamlanmasıdır. Eğer evden bir kitâb yazmakta faydalanmaya muhtâc olan birisi bulunursa bu tastamam bir şekilde medresede de mümkün olmuyorsa ve de korunması ve muhâfazasının tamamlanmasına güveniyorsa bunun içün çıkarmak câiz olup bu, yasaktan istisnâ edilir. İstinbât edilen bu ma’nâ ile vakfedenin lafzının genelliği sınırlandırılır. Nitekim Allah teâlâ’nın ‘veya kadınlara dokunduğunuzda’ âyetinde umûmî ma’nâ husûsî ma’nâda olan şehvet ile tahsîs edilip mahrem kadınlar istisnâ kılınarak hüküm çıkartılmıştır. Oysa mahrem kadınların istisnâ edilmesi ne âyet, ne de hadîsle değil, sadece bu hüküm çıkarma iledir. Bu konuda da durum aynıdır.

Hâfız İmaduddîn İbnu Kesîr, Târîh’inde, bazı senelerde Bağdat’ta çocuk hocalarının câmilerde çocukları okutmasının yasak olduğunu anlatmış; ancak, hayırla vasfedilen/sâlih kimseyi bu yasaktan ayrı tutmuştur. (Bağdat ahâlisi) bu mevzûu bizim âlimlerimizden el-Hâvî kitâbının sâhibi Mâverdî ve Hanefî âlimlerinden Kudûrî ve diğerlerine sordular. Onlar da istisnânın doğru olduğu husûsunda fetvâ verdiler. Buna ise Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem’in mesciddeki bütün delikleri tıkayıp sadece Ebû Bekir radıyellâhu anhu’ya âid olanın terk edilmesini delîl gösterdiler.[11] Ve kendilerinin bu adamı istisnâ etmelerini Ebû Bekir radıyellâhu anhu’nun istisnâ edilmesine kıyâs ettiler.

Bu hüküm, çok derin olup bunu, Mâverdî, Kudûrî ve bunlar gibileri ancak anlayabilir. Karâfe’deki binalar hakkında bana fetvâ sorulduğunda onların eskideki bu sözlerine dayandım ve şunların yıkılmasına fetvâ verdim. Nitekim nakledilen de budur. Ancak sâlihlerin kabirleri bunun dışındadır. Bu istisnâ husûsunda da Mâverdî ve Kudûrî’nin yaptıklarına istinâd ettim.
(Süyûtî’nin Sözü Bitti.)

[11]Küçük lafız farklılıklarıyla, Buhârî (3691),Müslim (2382), Tirmizî (3660), İbnu Hibbân (6861)

KAYNAK: Abmed Sıddîk el-Ğumârî, İhyâu’l-Makbûr min Edilleti Cevâzi’l- Binâi ale’l-Kubûr

Istiğase(ebubekir sifil hoca)

Plaats een reactie

– Tevessül meselesinde ihtilaf olmuş mu?

Sifil: Tevessülün bazı kısımları hakkında ihtilaf olmuş İbn-i Teymiye’yle birlikte.

– Ondan önce hiçbir ihtilaf yok mu hocam?

Sifil: Ben bilmiyorum.

İSTİĞÂSE VARDIR

– Peki istiğâse meselesi… Çünkü bu konuyu bazıları çok kafasına takıyor. İstiğaseyi tevessülün bir alt dalı olarak ele alanlar, farklı bir boyutta ele alanlar var.

Sifil: Bu meseleyi fazla büyütmenin bir anlamı yok. Öyle zannediyorum ki meselenin mukaddimeleri konuşulduğunda taraflar arasında ihtilafın dairesi daralacaktır. İstiğase dediğimiz şey o anda orda olmayan, hazır olmayan bir varlıktan yardım istemek. İstiğâsenin nasslara daha doğrusu tevhide aykırı olmasının sebebi nedir? Size yardımı dokunamayacak birisinden yardım istiyorsunuz. Bunu bir takım nasslar çerçevesinde ele aldığımızda –maksat tartışmak ise- biz mevcut varlıklardan da yardım istemenin tevhide aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Yani müsebbibu’l esbâbı hesaba katmadan, sebeplere sebep olma özelliğini kazandıranı hesaba katmadan mahlukatı siz kendinden kudretli varlıklar olarak algılarsanız bu tevhide aykırı olur. ما رميت اذ رميت و لكن الله رمي “Attığın zaman sen atmadın Allah attı.” Bu ayeti nasıl anlayacağız? Onun için Ehl-i Sünnet alimleri tevellüdü reddeder, Mutezile bunu şiddetle savunur. İşte matematik kesinlikte eğer şu fiil şöyle işlenirse sonucu şu olur gibi, siz yayı gerdiniz oku bıraktınız, hedef neresiyse ok oraya gider, bu şaşmaz derler. Ehli Sünnet der ki: Hayır, zorunluluk yok. Allah dilerse ateş İbrahim’i yakmaz. Onun için Ehli Sünnet tevellüde itiraz eder. Matematik kesinlikte olayların birbirini doğurması ve neticelendirmesi doğru değildir. İlahi kudret buna taalluk ettiği sürece bu böyledir. İlahi kudret buna taalluk ederse bu olur, etmezse olmaz. İstiğâse bahsi de böyledir.

Sizin düzenli kullandığınız ilacın bizzât kendisinde mi bir iyileştirme vasfı var? Yoksa ona o vasfı veren mi var? Yahut siz doktora gittiğinizde şifanın ondan geldiğini düşünerek mi gidiyorsunuz? Yoksa zihninizin arkaplanında otomatik işleyen bir mekanizma mı var? Yani karnım acıktığında hemen nasıl yemek yiyorsam, bu benim nasıl yemekten medet ummam mânâsına gelmezse, karnım ağrıdığında doktora giderim, bu benim doktordan medet ummam değildir. Sünnetullah böyle olduğu için, benim iyileşmemi bu sebeplere bağladığı için böyle yapıyorum. İstiğâse de böyledir. Allah Teâlâ nezdinde belli bir mevkii olan varlıklar var, mesela melâike-i mukarrebûn var, peygamberler, salih insanlar var. Bunlar bizi Allah’a yaklaştıran vesilelerdir ve o insanlar ölüp gitmekle o kıymetleri eksilmez, azalmaz. Çünkü bu varlıkları onların bedenlerine bağımlı, bedenle birlikte yok olup giden bir varlık değil. Her varlığın bir hakikati var.

Efendimiz Aleyhissalatü Vesselâm sahabiye imanın hakikatini soruyor hadiste. Herşeyin bir hakikati var, insanın da bir hakikati var. İnsanın hakikati bu bedene mahsus derseniz yanılırsınız. Beden çürüdüğünde hakikati biter o zaman. Demek ki Allah Teâlâ bazı şeyleri bazı vesilelere bağlıyor. Tıpkı sahih hadiste mağara ashabında olduğu gibi, salih amellere bağlamış. Hz. Yusuf Aleyhisselâm babası Hz. Yakup Aleyhisselâm’ın yanına giderken önce gömleğini göndermiş. “Bunu götürün, alsın gözlerine sürsün, açılır” demiş. Oysa Hz. Yakup bir peygamber, Allah’la daimi iletişimi olan bir peygamber. Dua edecek gözleri açılmayacak, ama bir bez parçasını sürünce açılacak. Allah Teâlâ her şeyi bir şeye sebep kılmış. Bunun da o sebepler cümlesinden olarak değerlendirilmesinin bir mahzuru yok. Ta ki siz istiğâsede bulunduğunuz insanın bizzat kendisinde, kendisiyle kaim bir kudret olduğuna inanana kadar. Buna inanırsanız burada tehlike başlar. Tıpkı doktorun kendisinde zâtıyla kaim bir kudret olduğuna inanmanız gibi. Tıpkı ilacın kendisinden kendisiyle kaim bir iyileştirme kudretinin olduğuna inanmanız gibi. Burada nasıl bir tehlike varsa, orda da öyle bir tehlike var.

İkinci bir husus: Bu bir farz, vacib, emir değil. Yani sıkıştığınızda Allah’ın sevgili kullarından yardım isteyin diye bir emir yok. Bunlar şer’i menduplar çerçevesinde cereyan etmiş şeyler. Siz başvurmazsınız, öbür adam başvurur. Efendimiz’in saçıyla, sakalıyla teberrükte bulunulduğunu biliyoruz. Bunlar birbirinden farklı kavramlar olabilir. Ama İmam Ahmed gibi bir büyük imam vefat ederken Efendimiz’in saçının veya sakalının bir kılının ağzına konulmasını vasiyet etmiş. Hafız Zehebi Siyerü Alami’n Nübelâ’da naklediyor. Hz. Enes’in bir rivayette annesine, bir rivayette babasına saçından, sakalından bir tutam gönderdiği sahih rivayetlerde naklediliyor. Yine Müslim’de geçen bir rivayet: Ümmehât-ı mü’mininden birisi “bir küçük kavanozun içinde Efendimizin sakalının bir kılı bulunurdu yanımızda” diyor. “İşte çoluğu çocuğu hastalanan kişiler ellerinde bir kap suyla gelirlerdi bize, biz de o teli alırdık oradan, o suyun içine batırırdık. Onlar da kabı götürür, hastalarına içirir ve şifa bulurlardı.” diyor. Bunlar sahih rivayetler. Şimdi biz kılın kendisinde mi kudret vehmediyoruz? Hayır. Bu kılın sahibinin Allah indindeki makamından mevkiinden.. Bunun farkındayız, sahabi de onun farkındaydı. Onun için dedim tevessül meselesinde İbni Teymiyye’ye gelene kadar bir ihtilaf yoktur.

Kısacası bu meseleyi ümmetin birliğini bütünlüğünü zedeleyici hususlar olarak gündemde tutmak yanlıştır. Tevessülde bulunan kişide eğer tehlikeli bir eğilim yanlış bir kabul varsa şuurlu müslümana düşen onu uyarmaktır. “Bak sen yanlışa doğru gidiyorsun, şu çerçeveyi, şu sınırı aşma.” der. Emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münker vazifesini yapar. Ama hadi diyelim ki İbni Teymiye’den sonra bu mesele muhtelefun fih bir mesele oldu. Muhtelefun fih bir meselede insanların birbirlerini şirk ve küfürle itham etmeleri nasıl bir şeydir? Yani en azından şunu diyebilmemiz lazımdır: Bu meselede ulema ihtilaf etmiş. Sen şu alimin görüşünü benimsemişsin, ben öbür alimin görüşünü benimsemişim. Birbirimize hakkı tavsiye çerçevesi içinde tutarak birbirimizi ikaz edelim, birbirimizi tekfir etmeyelim

HARİCİLERİN ÖZELLİKLERİ…!

Plaats een reactie

وكان ابن عمر يراهم شرار خلق الله وقال إنهم انطلقوا إلى آيات نزلت في الكفار فجعلوها على المؤمنين

İbni Ömer Haricileri ve kafirleri yaratilmişlarin en şerlileri olarak kabul ediyor ve diyordu:”Onlar(Hariciler) kafirler hakkinda nazil olmuş ayetleri müminler için söylüyorlar”

(Sahih Buhari,cilt 9,sayfa 49-50)

Peygamberimize(sav) vefatından sonra selam vermek!

Plaats een reactie

“Her kim bana selam verirse Allah ruhumu bedenime iade eder ve muhakkak onun selamı mukabele ederim.”
[Ebû Davud Ebû Hureyre’den nakletmiş, Nevevi “isnadı sahihtir” demiştir]

Abdurrezzak, bu hususta Zeyd bin Eslem’den bir rivayet nakletmektedir: “Ebû Hureyre ve bir arkadaşı bir kabre uğramışlardı. Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- arkadaşına: “selam ver” deyince adam: “kabre mi selam vereyim?” diye sormuş, Ebû Hureyre: “eğer kabirdeki seni dünyada bir kere görmüş ise seni şu anda tanır” diye cevap vermişti.
[Abdurrezzak, “Musannef” 3/577]

Abdullah İbni Mesud -radıyallâhu anh-, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’den rivayet eder:
إن لله ملائكة سياحين في الأرض يبلغوني من أمتي السلام

“Allah’ın yeryüzünde ümmetimin bana verdiği selamları bana ulaştıran gezici melekleri vardır.
[Münziri der ki: “Nesai, İbni Hıbban da “Sahih”inde bu rivayeti aktarmıştır.” “et-Tergib ve’t-Terhib” 2/498]

Bezzaz ve Ebû’ş-Şeyh İbni Hıbban’dan rivayeten:
إن الله تبارك وتعالى وكل ملكاً أعطاه أسماء الخلائق فهو قائم على قبري إذا مت، فليس أحد يصلي عليَّ صلاة إلا
قال: يا محمد! صلى عليك فلان ابن فلان قال : فيصلي الرب تبارك وتعالى على ذلك الرجل بكل واحدة عشراً

“Allah -celle celâluhu- bir meleğe tüm mahlûkatın ismini vermiştir. Ben öldüğümde o kabrimin başında duracak, bir kişi bana salâvat getirdiği zaman: “ey Muhammed falan oğlu falan sana salâvat getirdi, Allah -celle celâluhu- da bu adama bire on karşılık ile rahmet etti” diyecektir
[Taberani “Kebir” de benzer bir rivayette bulunmuştur. “et-Tergib ve’t-Terhib” 2/500]

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-, Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’den rivayet eder:
ما من أحد يسلم عليَّ إلا رد الله عليَّ روحي حتى أردّ عليه السلام

“Bana bir Müslüman selam verdiği zaman Allah benim ruhumu bedenime iade eder ve ben o selamı alırım.
[Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir. “et-Tergib ve’t-Terhib” 2/499]

HAZRETİ ÖMER BİN SALİM RACİZ(R.A) VE İSTİĞASE…!

Plaats een reactie

حدثتني ميمونة بنت الحارث زوج النبي صلى الله عليه وسلم
أن رسول الله صلى الله عليه وسلم بات عندها ليلتها فقام يتوضأ للصلاة فسمعته يقول في متوضئه لبيك لبيك ثلاثا نصرت نصرت ثلاثا فلما خرج قلت يا رسول الله سمعتك تقول في متوضئك لبيك لبيك ثلاثا نصرت نصرت ثلاثا كأنك تكلم إنسانا فهل كان معك أحد فقال هذا راجز بني كعب يستصرخني ويزعم أن قريشا أعانت عليهم بني بكر

Meymune Binti Haris(r.a) annemiz anlatiyor.Allah Rasülü(s.a.s) evimde Teheccüd namazi için abdest alirken aniden 3 kere “Lebbeyk,lebbeyk,lebbeyk(buyur)” ve “Nusirtu,Nusirtu,Nusirtu(sana yardim ettim)” dedi.Sonra ben Allah Rasülüne(s.a.s) niçin böyle dediğini sordum.O:”Racizin(uzaktaki sahabinin) benim ona yardim etmemi yoksa kureyşlilerin onu öldüreceklerini söyledi” diye cevap verdi.

(Imam Teberani,Mucem Es Sagir,cilt 2,hadis numarasi 968)

Burda dikkate alinmasi gereken dört nokta var.1)Allah Rasülünün uzaktan duymasi 2)uzaktan yardim etmesi 3)Allah Rasülünden yardim istenmesi 4)Allah Rasülünün bu çağrişi şirk adlandirmamasi

Müşriklerden kıyametin/tekrar dirilişin inkarı!!

Plaats een reactie

Müşriklerden kıyametin/tekrar dirilişin inkarı!!

Müşrikerle müslümanları aynı kefeye koyanlar hakkında bundan önce paylaşımlar yapmıştık şimdi diğer bi ayeti ele alıp paylaşacaz inşallah.  Bundan önceki paylaşımlarda gördüğünüz gibi müşrikler LA İLAHE İLLALLAH demeyi kabul etmeyip bir ilah yerine bir çok ilaha tapmayı tercih etmişlerdir! Ve az sonraki ayetin tefsirinde göreceğiniz gibi müşrikler kıyameti inkar ettiklerinide göreceksiniz! Sonra müşriklerde rububiyet olarak müslümanlar gibiydi ama ibadetlerinde allaha ortak koşuyolardı diyenlerin zırvaladıkları anlaşılır inşallah.!! Bu küfür itikadda olanlar la müslümanların itikadi nasıl bir olabilir!!

MÜ’MINUN SURESI
81-  Hayır, onlar öncekilerin söyledikle­rini söyleyip durdular.

82-  Onlar: “Ölüp toprak ve kemik oldu­ğumuz zaman mı, gerçekten biz mi di­riltilecek misiz” dediler.

83- Şüphesiz biz de daha önce atalarımı­za yapılan tehditle tehdit edildik. Bu öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir (dediler).

84- De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin ba­kalım, yeryüzü ve yeryüzünde bulunan­lar kimindir?”

85- “Allah’ındır.” diyecekler. O halde siz hiç düşünmez misiniz?” de.

86- ‘Yedi göğün Rabbi ve o yüce arşın Rabbi kimdir?” de.

87- “Allah’tır.” diyecekler. “Öyleyse siz hiç O’ndan korkmaz mısınız?” de.

88- “Her şeyin mülkiyetini elinde tutan, koruyan fakat kendisi hiç bir şekilde korunmayan (himayeye muhtaç olma­yan) kimdir? Biliyorsanız söyleyin.” de.

89- “Allah’tır.” diyecekler. ‘Peki siz nasıl aldanıyorsunuz?” de.

90-  Doğrusu biz onlara hakkı getirdik. Fakat onlar yalancıdırlar.

 

Ayetler Arası İlişki:

Allah Tealâ kâinattaki ve nefislerdeki tevhid delillerini zikrettikten sonra bunun ardından müşriklerin (putperestlerin) bütün delillerin açıklığına rağ­men öldükten sonra dirilmeyi ve mahşerde toplanmayı inkâr etmeleri ve bunu uzak bir ihtimal olarak görme ve yalanlama hususunda eskileri taklit etmeleri­ni beyan etti. Sonra onlara öldükten sonra dirilmeyi hiçbir şüpheye yer bırak­mayacak şekilde ispat eden üç delille cevap verdi

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler aşağıdaki hususlara işaret etmektedir:

1- Müşriklerin ve ahireti inkâr edenlerin kabul edilebilecek aklî hiçbir de­lilleri yoktur. Onların ellerindeki sermayeleri sadece öncekilerin sözlerini tek­rar etmeleri, atalarını ve geçmişlerini taklit etmeleridir.

2- Müşrikler Allah Tealâ’nın yeryüzünün (süflî âlemin) ve gökyüzünün (ul­vî âlemin) gerçek sahibi ve her şeyin idarecisi olduğunu inkâr etmişlerdir. Hal­buki her şeyin anahtarları Onun elindedir. O her şeyde tasarrufta bulunan ve her şeye kadir olandır.

Tek başına ibadete lâyık olan, öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir olan ancak durumu böyle olan kimse olabilir.

Kur’an’ın getirdiği Allah’ın birliğini, kudretini ve öldükten sonra dirilişi is­pat eden deliller hiçbir şek ve şüphe bulunmayan değişmez bir gerçektir. Doğru soz budur, yoksa kâfirlerin söyledikleri Allah’ın ortağı bulunduğu ve dirilişin .İmayacağı şeklindeki sözleri doğru değildir.

3- Bu ayetler kâfirlerle mücadelenin ve kendi aleyhlerine hüccetin ortaya ^onulmasının caiz olduğuna delâlet etmekte, ilk defa ve yoktan var edenin ulû-niyet ve ibadete en lâyık olduğuna işaret etmektedir.

4- Bu ayetlerin: “Hiç düşünmez misiniz?”, “Hiç korkmaz mısınız?”, “Eğer biliyorsanız?”, “Nasıl aldanıyorsunuz?” gibi ifadelerle sona ermesi müşriklerin içinde bulundukları şirki tamamen terk etmeleri için onlara karşı şiddetli bir nücumdur.

Cenab-ı Hakk’m “Hiç düşünmez misiniz?” ayetinin manası, üzerinde bu­lundukları yolun batıl olduğunu anlamaları için düşünmeye teşvik etmektir.

“Eğer biliyorsanız” ifadesinin manası ise onları hiçe saymak ve aşın bilgi­sizliklerini vurgulamaktır.

“Siz hiç O’ndan korkmaz mısınız?” ayetinin manası Allah’ın azabından sa­kınmanın ancak putlara tapınmayı terk etmekle ve tekrar dirilmenin caiz ol-iuğunu itiraf etmekle meydana geleceğine uyanda bulunmaktır.

“Siz nasıl aldanıyorsunuz?” ayeti onlann çelişkilerini ispat etmektedir. Zi­ra Allah’ın mülkün gerçek sahibi olduğunu, gerçek yaratıcı ve idareci olduğunu açıkça itiraf etmelerine rağmen onlann akılları Allah’la birlikte başka birine -.apınmayı nasıl kabul eder?

 

[Tefsirü’l-Münir]

Fazla uzun olmasın  diye açıklamasını vermedim sadece ayetten çıkan hükümleri verdim

 

Gördüğünüz gibi bunlarla(müşrikler) Müslümanım diyip kelme- i tevhidi söyliyen,tekrar dirilişi kabul eden  ve Allahtan başkasına tapılmıçağına inanan Müslümanlarla ..Bir tek Allaha tapınmayı KABUL ETMİYEN!!(şad süresi 5 ayet tefsiri…http://www.facebook.com/photo.php?fbid=434538229913494&set=a.360875857279732.87180.213717701995549&type=1&theater..),tekrar dirilise inanmiyanlar nasil kiyaslanabilir???  bu müşrikler bunları kabul ettiklerini söyledikleri halde yalancı olduklarını Allahü teala buyurmuş..ve tefsirde geçtiği üzere >>”Doğrusu, biz onlara hakkı getirdik. Fakat onlar yalancıdırlar.” Hayır, biz onlara hak sözü ve sadık delili ve Allah’tan başka ilâh olmadığı şeklinde değiş­mez gerçeği getirdik. Buna delâlet eden kesin delilleri ortaya koyduk. Fakat onlar bununla birlikte hakkı inkâr hususunda ve Allah’la beraber başka var­lıklara tapınmakta ısrar ederek yalancı durumuna düştüler. Bu hususta onla­rın lehine hiçbir delil yoktur”…<<[ Tefsirü’l-Münir]

Baya çok tekrarlıyorum ama anlamıyan kıt beyinliler olduğu için tekrarlıyorum.. müşrikler LA İLAHE İLLALLAH demeyi kabul etmemişlerdir!!!(şad süresi 5 ayet tefsiri,linki yukarda verdik!!) ve tekrar dirilişde kabul etmemişlerdir,nasıl olurda bunların itikatlarıyla Müslümanlarıkı eş tutulabilirr????

simdi tekrar soruyorum,,hangi akli yerinde olan bir insan bunlarla müslümanlari ayni kefeye koymaya cesaret edebilir??!!?!!

Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah’ın Haricîler hakkında buyurduğu gibi, “Gerçekte onlar müşrikler hakkında nâzil olan âyetleri Müslümanlar için kullanmışlardır” (Buhârî, İstitâbe, 6)
 

 

İmam Kurtubi sad süresi 4-5 ayet tefsiri(müşrikler bir cok tanriya tapiyolardi!!)

Plaats een reactie

Bundan önceki paylaşımda İbn kesirin tefsirini verdik,müşrikler hakkında. Nasıl la ilahe illallah demeyi red edip, bir çok tanrıya taptıkarlını ve bazı sahsiyetlerin bunlarla, kelime-i tevhidi soyliyen muslumanlari nasıl ayni kefeye koyabildigini dile getirdik. Bunun şimdide diğer bir tefsirle paylaşıyoruz inşallah.

Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah’ın Haricîler hakkında buyurduğu gibi, “Gerçekte onlar müşrikler hakkında nâzil olan âyetleri Müslümanlar için kullanmışlardır” (Buhârî, İstitâbe, 6)


İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an- sad suresi 4-5 ayetin tefsiri!

4. Kendilerinden bir korkutucu geldi diye hayret ettiler ve kâfirler: “Bu bir büyücü, bir yalancıdır” dediler.

5. “Acaba o bunca ilâhı tek bir ilâh mı yaptı? Muhakkak bu çok şa­şılacak bir şeydir.”
Said b. Cübeyr’in rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Ebu Talib has­talandığında Kureyşliler onun yanına geldiler. Peygamber (sav) da geldi. Ebu Talib’in yanı başında bir kişinin oturacağı kadar bir yer vardı. Peygamberin oturmasını engellemek maksadı ile Ebu Cehil kalktı ve peygamberi Ebu Ta-lib’e şikayet ettiler. Ebu Talib: Kardeşimin oğlu, sen kavminden ne istiyor­sun? diye sordu. O da şöyle dedi: “Amcacığım! Ben onlardan sadece bir söz söylemelerini istiyorum. Bununla Araplar kendilerine boyun eğecek, Arap ol­mayanlar da onlara cizye ödeyecektir.” Ebu Talib: Bu söz nedir? diye sorun­ca, Peygamber: “LA ILAHE ILLALLAH’tir” diye buyurdu. Bu sefer Kureyşliler: “Acaba o bunca ILAHI tek bir ilâh mı yaptı?” dediler. İşte bunun üzerine on­lar hakkında Kur’ân-ı Kerim’in: “Sâd, çok şerefli Kur’ân’a andolsun! Aksine kâfirler büyüklük taslamakta ve muhalefet etmektedirler” buyruğu “…bu an­cak bir uydurmadır” (Sad, 38/1-7) buyruğuna kadar nazil oldu. Bu mana­da bu hadisi Tirmizı de rivayet etmiş olup “bu hasen, sahih bir hadistir” de­miştir

Yine denildiğine göre Ömer b. el-Hattab’ın müslüman olması Kureyşlile-re ağır gelmişti. Bundan dolayı Ebu Talib’in yanında bir araya gelip şöyle dediler: Bizimle kardeşinin oğlu arasında hüküm ver. Ebu Talib Peygamber (sav)’a haberci göndererek şöyle dedi: Kardeşimin oğlu! Bunlar senin kav­minden olan insanlardır. Senden adaletli davranmanı istiyorlar. Kavmine kar­şı büsbütün haksızlık etme. Peygamber: “Benden istedikleri nedir?” diye so­runca, şöyle dediler: Sen bizden BIZIM TANRILARIMIZDAN sözetmeyi bırak, biz de seni ilâhınla başbaşa bırakacağız. Bunun üzerine Peygamber (sav) şöy­le buyurdu: “Bana kendisi sebebiyle Araplara egemen olacağınız ve Arap ol­mayanların da size itaat etmelerini gerçekleştirecek tek bir söz söyleyemez misiniz?” Ebu Cehil dedi ki: Hay Allah iyiliğini versin. Bu sözü de, onun on mislini de senin için söyleriz. Bunun üzerine Peygamber (sav): “LA ILAHE ILLALLAH deyiniz” diye buyurunca, bu işi kabul etmeyip kalkıp gittiler ve: “Aca­ba o bunca ilâhı tek bir ilâh mı yaptı?” dediler. Bütün bu mahlukatı bir tek ilâh nasıl yönetebilir? Bunun üzerine yüce Allah haklarında bu âyet-i kerime­leri: “Onlardan önce Nuh’un kavmi… yalanladılar” (Sâd, 38/12) buyruğu­na kadar olan âyetleri indirdi

Allah mekandan münezzehtir

Plaats een reactie

Muhaddis, fakîh ve şâfiî olan imam Ebu Mansûr el-Bağdâdî[1] “Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât” isimli kitabında[2] şöyle demiştir: “Dostlarımız O’nun (Allâh’ın) bir mekanda veya her mekanda olduğunu söylemenin imkansızlığına dair icma da etmişlerdir (sözbirliği… içinde olmuşlardır). Ayrıca O’nun hiç bir yönden (her hangi bir şeye) temas etmesini ve karşı karşıya gelmesini mümkün olarak kabul etmemişlerdir. Ancak bu hususta ifadeleri (aynı manaya gelecek şekilde)farklılık arzetmiştir. Dolayısıyla Ebu’l Hasen el-Eşâri şöyle demiştir: ‘Muhakkak ki Allâh Azze ve Celle için bir mekanda olduğu söylenemez, kainattan ayrık olduğu da söylenemez, kainatın içinde olduğu da söylenemez. Çünkü Allâh’ın kainatın içinde olduğunu söylememiz (söyleyecek olursak bu söz), O’nun sınırlı (ölçülü) ve mütenâhi (başlayan ve sona eren bir ölçüsü) olmasını gerektirir. Allâh’ın kainattan ayrık olduğunu ve onun dışında olduğunu söylememiz de O’nunla kainat arasında bir mesafenin bulunmasını gerektirir, ki mesafe mekandır. Allâh’ın her hangi bir mekana hiç bir yönden temas etmediğini belirtmişizdir.’” Burada sözü sona ermiştir.

Bu değerli bilgilerin paylaşımı, el yazma eserlerine vakıf olan allame, muhakkik üstad el-Hararî’nin , ibni teymiyenin dalaletlerini delilleriyle ortya koyduğu “Makâlatu’s-Sunniyyeti fi keşfi dalâlâti Ahmed ibni teymiye” isimli kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

Hanefilerin büyük bir âlimi ve lügatçilerin sonuncusu olan İmam hadis hafızı Murteza ez-Zebidi, “İhyâ-i ulumeddin” kitabını şerh ettiği “İthaf es-Sâdeti’l Muttekîn” adlı kitabında şöyle demiştir: “Allâh Teâlâ, bir halden başka bir hale değişmekten veyahut bir yerden bir yere geçmekten münezzehtir. Bu âlemin içinde veya dışında bulunmaktan da münezzehtir. Bir şeyle yapışık veya bir şeyden ayrık olmaktan da münezzehtir.”

Yine büyük Hanefi âlimlerinden olan İmam Allame Muhaddis Ebu’l Mehâsin el-Kavukci “El-İtimad Fi’l İtikad” adlı kitabında şöyle demiştir: “Allâh, yönlerden ve cisim olmaktan münezzehtir. O’nun hakkında, (haşa)”Sağı, solu, arkası, önü vardır, Arş’ın üstünde, altında, sağında, solunda bulunmaktadır, Âlemin içinde veya dışındadır.” demek caiz değildir. (Haşa) “O’nun yerini O’ndan başka kimse bilemez” de denilemez. Ve her kim “Bilmiyorum Allâh gökte midir, yerde midir?” der ise küfre düşer. Çünkü bu iki yerden birini, Allâh’a mekân olarak nispet etmiş olur.”

[1] İbni Hacer, imam Ebu Masur el-Bağdâdîyi:”Dostlarımızın -yani şafiîlerin- imamı olan büyük imam” diye nitelendirmiştir ve bu imam, Beyhakinin de bizzat hocalarından birisidir
[2] Tefsiru’l Esmâi ve’s-Sifât

Older Entries