Ölülerin işitmesi

Plaats een reactie

Hanbeli alimlerinden Zeynuddin İbn Recep(736-795 h/1335-1393 m) Ehli Sünnet alimlerinin ekserisinin görüşünün ölülerin duyduğu yönünde olduğunu şöyle söylüyor:

وقد وافقَ عائشةَ على نفْيِ سَماعِ الموْتى كلامَ الأحياءِ طائفةٌ مِن العلماءِ , ورجَّحه القاضي أبو يَعْلى مِن أصحابِنا في كتابِ الجامعِ الكبيرِ له
واحتجّوا بما احتجَّتْ به عائشةُ , وبأنه يجوز أن يكونَ ذلك مُعْجِزةً مُختَصّةً بالنبي صلى الله عليه و سلم دونَ غيرِه ,وهو سَماعُ الموتى كلامَه
وفي صحيحِ البخاري قال قتادةُ : أحياهم اللهُ تعالى يعني أهلَ القَلِيبِ حتى أسمعَهم قوْلَه توْبيخًا وتصغيرًا ونَقْمةً وحَسْرةً ونَدَمًا
وذهَب طوائفُ مِن أهلِ العلمِ – وهم الأكثرونَ – , وهو اختيارُ الطبري وغيْرِه , وكذلك ذكَره ابنُ قُتيْبة وغيرُه مِن العلماءِ , وهؤلاء يحتجُّون بحديثِ القَلِيبِ

“Alimlerden bir grup “ölülerin dirilerin sözlerini duymadığı” mevzusunda Aişeye – Allah ondan razı olsun – uygun görüş bildirmişler (yani ölülər duymaz demişler).
Bu görüşü ashabımızdan(Hanbelilerden) Kadı Ebu Yala kendisinin “El Camiul Kebir” kitabında tercih etmişdir.
Bu görüşdeki alimler Aişenin – Allah ondan razı olsun – getirdiği delili getirmişler.Aynı zamanda bunun – ölülerin onun konuşduğunu duymasının- sadece Nebiye- sallallahu aleyhi ve sellem– mahsus bir mücize olmasının caizliğine istidlal etmişler.
Buharinin sahihinde Katade şöyle diyor: Yüce Allah onları – yani Kalib kuyusuna atılanları – diriltdi ki, böylece sözünü onlara kınama, alçaltma, kısas, gam güsse ve pişmanlıq için duyursun.

(Ölülerin duyacağını söyleyen) İlim ehlinden diğer bir grup – bunu söyleyen alimlerin ekserini oluşturuyor, Aynı zamanda bu İmam Taberinin ve diğerlerinin seçdiği, İbn Kuteybə ve diğer alimlerin zikr etdiği görüşdür – kendi görüşlerine delil olarak “Lalib kuyusuna atılanlar” hakkında hadisi hüccet olarak ireli sürmüşlerdir…”

Kaynak: İbn Recep: Ehvalul Kubur ve Ehvalu Ehlihe ilen Nuşur: 133

Iyi ve kötü bidat!

Plaats een reactie

iyi bidat(teymiyye)

selefî-vehhabiler bütünüyle her şeye bidat deyip hepsini dalalet saymaktadırlar. Her bidat işleyene de kafir-müşrik diye hitap etmektedirler. Iyi bidat yoktur derler lakin iyi bidatın varligini imam Şafii soylemistir ve bunu ibn teymiyye nakledirp SAHIH demistir!
Iyi bidat yoktur,her bidat delalettir diyenler neyapcaklar acaba..

BİDATİN İKİ KISMI VARDIR;

Paylaştığımız bu sayfa, İBN TEYMİYYE’NİN kendi yazdığı kitaptır ve kitabında aynen şöyle demektedir:

” İmam ı Şafii ra buyuruyor: Bidat iki kısımdır:
1. Kuran, Sünnte, İcma ve ya Efendimiz’in sav bazı sahabelerinin sözlerine muhalif olan bidat. Bu bidat dalalet olan bidattir.
2. Bu tür şeriat kaynaklarına ters olmayan bidat. Bu tür bidat güzel bir bidat bile olabilir.
Buna delil: hz Ömer’in ra şu sözüdür:
”Bu ne güzel bir bidattir”
Bu ve bunun gibi sözleri Beyhakî kendi sahih senetleriyle ”el-Medhal” de rivayet etmiştir.”

Kaynak: (Deru tearudil akli ven nakil: 2.cild sayfa 249)

BUNA NE KALIP UYDURACAKLAR BAKALIM.
—————

قال الشافعي رضي الله تعالى عنه: البدعة بدعتان: بدعة خالفت كتاباً أو سنة أو إجماعاً أو أثراً عن بعض أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم، فهذه بدعة ضلالة، وبدعة لم تخالف شيئاً من ذلك، فهذه قد تكون حسنة، لقول عمر: نعمت البدعة هذه. هذا الكلام أو نحوه رواه البيهقي بإسناده الصحيح في المدخل.

Sufiler Abdal ve Evliyadır arasındadırlar (Geylani hz)

Plaats een reactie

geylani abdallar

Imam Abdulkadir Geylani Rahimahullah soyle yaziyor:

“Gercek Fukara sufilerin yolunda yuruyen insanlardır.Onlar kendilerini şeytani arzulardan temizliyorlar.Onlar “Abdal” ve “Evliya” arasındadırlar’

[El-Guniya Tut Talibi Fi Tarik el Hakk, seh No. 449]

Mevlid(devamı)

Plaats een reactie

İmam Celaleddin Suyûtî(Rahimuhullah), Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutlamak, neden vefatına üzülmekten önce geldiğini anlatıyor (aynı günde vefat edip, doğmuştur):

Peygamber Efemdimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumu bizim için bir lütuftur, vefatıda bizim için üzücüdür. Şeriat lütuf verildiğinde sevinip Allah’a şükretmemizi emrediyor, belaya da sabredip gizlememizi emrediyor. Bunun için şeriat bize bir çocuğun doğumunda akika kurbanını kesmemizi emrediyor, bu Allah’a şükretmemizin bir işaretidir. Fakat ölümde bir kurban kesme emri yoktur, hatta yas tutmak bile caiz değildir. Bundan dolayı şeriattın emri üzere, bir müslüman Rebiül Evvel ayında, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumuna sevinmesi lazım. [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 54-55]

Şeyhülislam ve muhaddis, İbni Hacer Askalanî

Şeyhülislam ve muhaddis, İbni Hacer Askalanî’ye, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğum gününde onu anmak hakkında ne düşündüğünü sordular, şu şekilde cevap verdi:

Peygamber Efendimizi (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğum gününde anmak, ilk üç asrın takva sahibi müslümanlarının yapmadığı bir icattır. Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) anılması, salih ve batıl özellikler taşıyabilir. Eğer Peygamberiz (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) anıldığında, salih ve şer’an uygun bir şekilde anılır, ve batıl bir şekilde anılmazsa, bu noktalara dikkat edilirse, o zaman bu icat, takdire değer bir icattır, bu noktalara dikkat edilmezse, o zaman bu takdir edilmez bir icattır. Bu konuda bir sahih hadis dikkatimi çekti: Peygamberimiz(sav) bir gün medineye gitti, ve orada yahudilerin, Muharrem ayının 10’unda oruç tuttuklarını gördü’ [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 63] [Birdahaki sayfada devam ediyor]

Ve onlara niye oruç tuttuklarini sordu, onlar da: “Allah bu günde firavunu boğdu ve Musa’yı (aleyhi’s-selam) kurtardı, Allah’a şükretmek için bu günde oruç tutuyoruz” dediler. Bu bize, belirli bir günde, Allah’ın bizlere verdiği nimet ve bizleri bir beladan kurtardığından dolayı, o günde bunu kutlamanın caiz olduğunu gösterir. Kuran okuyarak, oruç tutarak veya sadaka vererek kutlanılır. Böyle bir gün (aşûre) kutlanırda Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumu kutlanmaz mı? Buraya bakarak aşûre gününü kutlamanın caiz olduğunu görüyoruz, yukarıdaki olayı görmezden gelenler aşûreyi kutlamanın caiz olmadığını sanarlar, bazıları da bu günü yılın başka bir gününe taşıdılar. [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 64]

Başka bir hadise bakarak mevlidin caiz olduğunu gördüm (yukarıdaki, aşure hakkındaki hadisten başka). Beyhaki’de, Enes’in (radiallahu anhu) naklettiği hadiste, Peygamberimiz (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) buyurduki: “Peygamberimiz kendisine peygamberlik geldikten sonra, kendisi için bir akika kurbanı kesti”. Dedesi Abdulmuttalib, doğumundan 7 gün sonra bir akika kurbanı kestiği söyleniyor, ve akika tekrarlanmaz. Bundan dolayı Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) kurbanı kesmesinin nedeni şükürdür, ümmetinin şerefi içindir. Bizimde onun doğumunu kutlamamız önerilmiştir, O’nun doğumuna şükretemek için, kardeşlerimize yedirerek, salih amel işleyerek ve sevinerek. Bu hadis önceden bahsedilen hadisi doğruluyor (Pazartesi peygamberimizin doğum günüdür ve peygamberlik yıldönümüdür). [Husnu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 64-65]

İmam Şemseddin ed-Dimeşkî şöyle yazdı:

Ebu Leheb’in cehennem azabı her Pazartesi günü hafifletirler, çünki o Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladı ve o günlerde kölesi olan Sevbe’yi (radiallahu anh) azad etti. Ebu Leheb’in ebedî kalacağı yer cehennem olmasına rağmen, ve Tebbet sûresi onun hakkında inmesine rağmen, onun azabı her Pazartesi günü hafifletiliyor. Buraya bakınız ve ömrü Peygamberimizi överek geçen bir müminin durumunu düşününüz. [ Mevridu’s-Sadi Fi Mevlidi’l-Hadi, İmam ed-Dimeşkî ve ayrıca İmam Suyuti’nin Hassanu’l-Maksad fi Ameli’l-Mevlid, s. 66]

Rebiülevvel’in Bereketi, Peygamber Efendimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) hürmetinedir, bu ümmet ne kadar salatü selam getirir ve sadaka verirse, okadar mükafaatlandırırlar. [ Fatawa al Azizi 1:123]

Molla Aliyyu’l-Kari (rahimehullah), Şerhu’l-Miskat’ın yazarı ve hanefi âlimi:

Allah şöyle buyurdu: Aranıza sizden olan bir resul geldi(9:128), burada Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) aramıza geldiği günü kutlamaya bir işaret var, bunun için bu günde Allah’a şükür etmek için zikretmek gerek. Mübah olan semâ ve çalgı muhabbetten dolayı Mevlid’in bir parçası olabilir, bunun hiçbir sakıncası yoktur. [Molla Ali Kari, Al Mawlid an Nabi, s. 17]

Büyük müfessir ve sufi İsmail Hakkı (rahimehullah) buyurdu ki:

Mevlid-i şerifi kutlamak, Peygamberimize (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) en büyük övgü/muhabbet gösterme sekillerinden birisidir, caiz olmayan durumlardan sakınıldığı müddetçe. İmam Suyûtî (rahimehullah) buyurdu ki: Peygamberimiz’in doğum yıldönümünde sevinmek bizim için müstehabtır. [Rûhul beyan tefsiri, Cild 9, s. 52]

Mevlana Abdulhay Luknevi (rahimehullah) buyurdu ki:

Eğer Ebu Leheb gibi bir kafir, Peygamberimizim (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutladığı için ödüllendiriliyorsa, o zaman Peygamberimizin (aleyhi’s-salatu ve’s-selam) doğumunu kutlayıp onun için sevinen bir müslümanın makamı tabiki yüksek olur, İbn Cevzi ve Şeyh Muhaddis Hak Delvi’nin bahsettiği gibi. [Abdulhay, Mecmua el fetavâ, Cild 2, s. 282]

“O’nun vech’inden başka her şey helak olacaktır”(Kasas, 28/88).

Plaats een reactie

“O’nun vech’inden başka her şey helak olacaktır”(Kasas, 28/88).

Bu ayet-i kerimenin zahir manası, arşın, bütün mekan ve cihetlerin ve bunların içinde olan varlıkla­rın fena bulacağı ve yok olacağını gerektirir. O zaman Allah Teala ise mekan ve cihetten münezzeh olduğu için baki ka­lacaktır. Ayetin manası bu olduğuna göre, Allah Teala’nın şu anda bir cihette olması mümteni’dir. Aksi takdirde, cihet fe­na bulduğu zaman, O’nun zatının da bir değişim geçirmesi
lazım gelir.

[Fahreddin er-Razi ,Esasu’t-takdis fi ilmi’l-kelam,s.54]

Tahrifler!

Plaats een reactie

Bid’atçılar, Eş’âri ile diğer İslam alimlerinin kitaplarına, sayılamayacak kadar çok şeyleri gizlice ilave etmişlerdir. Mesela: İmam İbn Cerir et-Taberi’nin İsrâ/79. ayete yaptığı tefsir yerine kapalı bir ifade kullanarak ondan tecsim anlaşılan bir tabiri sokmuşlardır. Hindistan’da basılmış İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’âri’nin El-İbane adlı eserine, teşbihi [Allahü teâlâyı mahlukata benzetmeyi] ifade eden şeyleri (**); Kurtubi’nin En’am/18. ayetine yaptığı tefsire ilave yapıp ondan teşbih anlaşılan tabirleri dercetmişlerdir. Mezkur tefsiri mütalaa eden kimse, ibarede çelişki olduğunu anlayacaktır. Teymiyyeciler de, Alusi’nin tefsirine çok şeyler ilave etmişlerdir. Hele kendini meşhur selefi diye lakaplandıran Münir Ağa’nın tabettiği tefsirde… Kendisi birçok kitap tabetmiş ve kitaplarda birçok fâsid yorumlarda bulunmuştur. Alusi’nin tefsirine gizlice soktuğu en önemli ibaresi, Maide/35. ayetin tefsirindedir. Orada söylediği uzun sözü mütalaa eden sonun evvelini nakzettiğini [çeliştiğini] anlar. Teşbih inancını, Seyyid Abdülkadir Geylâni’nin Gunye adlı eserine de gizlice sokmuşlardır.
Ulemanın eserlerinden sözlerini silip, tahrif etmişlerdir. Bu hususta Tacü’s-Sübki Tabakat kitabının cerh ve ta’dil kaidesinin altında, Basralı Ahmed b. Salih’in hal tercümesi bahsinde şöyle der: (…) Zamanımızdaki bazı Mücessime taifelerinin durumları o safhaya varmışdır ki, Nevevi’nin Sahih-i Müslim’e yazdığı şerhdeki müteşabih hadisler hakkındaki ibaresini şerhten çıkarıp yazmamışlardır. Zira, Nevevi’nin akidesi Eş’âriye akidesidir. Demek ki, bu kâtip Nevevi’nin inancından hoşlanmayıp müellifin dediğini yazmayı hazmedememiştir. Bence bu, büyük günahlardandır. Çünkü bu durum, şeriatı tahrif etmek, İslam alimlerinin eserlerine ve halkın ellerindeki İslami kitaplara karşı bir itimatsızlıktır ve itimatsızlık kapısını açmaktır. Allahü teâlâ böyle yapanı kötüleyip utandırsın! Öyle yapan kimsenin, Nevevi’nin şerhini yazmaya ve şerhin de ona ihtiyacı yoktu. Burada Tacü’s-Sübki’nin dedikleri sona erdi.
Ben de şunu derim ki: Alimlerin eserlerinden sözlerini silme bayrağını bu zamanda elinde tutan kimse Mecelletü’l-Menar’ın sahibidir. Yaptığı hataların bazıları şunlardır: Hocalarımızın hocası olan Muhaddis Falih ez-Zahiri, nakil eylediği (Encehu’l-mesai fi sıfati-yi’s-sâmi’ ve’l-vâi) adlı eserinin Ahkâmü’l-Mesâcid bahsinde, daha kitabı basılmadan önce, Muğni b. Kudametü’l-Hanbeli’den, ölen ve hayatta kalan evliyâ ve salih zatlardan tevessülün mübah olduğuna dair “İslamiyetin her dört mezheb sahipleri ittifak etmişlerdir” diye nakletmiştir. Bu (el-Menar) kitabını tabedince kitapta yazılı bu nakli yazmayıp içinden çıkardı. Ulemanın kelâmını tahrif etmesi, onlara iftira edip yermesi, kendi arzusuna ve İbni Teymiyyecilerin arzularına uygun olmayan meseleleri ve hadisleri kendi mecellesinde ve yorumlarında tahrif etmesi sayılamayacak kadar çoktur…

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.97-98.]

(**) Bu konuda E. Sifil şu tespiti yapmış: “Geçmiş alimlerin birer emanet olarak bizlere bıraktığı eserleri üzerinde kafamıza göre oynamalar yapmak kelimenin tam anlamıyla bir “hıyanet”tir ve bu hıyaneti kim ne maksatla işlemiş olursa olsun, bunu mazur görmek ve göstermek mümkün değildir…Yine benzeri bir tahrif, İmam el-Eş’ârî’nin “el-İbâne”sinde yapılmıştır. Bu eserin dört ayrı yazma nüshası karşılaştırılarak yapılan Dâru’l-Ensâra baskısında Allahü Teâlâ’nın Arş’a istivası meselesinde tenzih akidesine tam anlamıyla uygun tarzdaki bir paragraf, diğer baskılarda görülmemektedir.”

Ömer’in (radiallahu anh) uzaktaki orduya Allahin izniyle yardim etmesi!

Plaats een reactie

Hâfız Ebû Nüaym’ın ve İmâm Beyhekî’nin Delâilu’n-Nübüvve’lerinde de rivâyet ettikleri ve İbnü Hacer’in el-İsâbe’de isnâdının hasen olduğunu söylediği haberde şöyle denilmektedir:

{ عَنْ عَمْرِو بْنِ الْحَارِثِ قَالَ بَيْنَمَا عُمَرُ يَخْطُبُ يَوْمَ الْجُمُعَةِ إِذْ تَرَكَ الْخُطْبَةَ فَقَالَ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ مَرَّتَيْنِ أِوْ ثَلَاثًا ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَى خُطْبَتِهِ فَقَالَ بَعْضُ الْحَاضِرِينَ لَقَدْ جُنَّ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ فَدَخَلَ عَلَيْهِ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَوْفٍ وَكَانَ يَطْمَئِنُّ إِلَيْهِ فَقَالَ إِنَّكَ لَتَجْعَلُ لَهُمْ عَلَى نَفْسِكَ مَقَالًا بَيْنَا أَنْتَ تَخْطُبُ إِذْ أَنْتَ تَصِيحُ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ أَىُّ شَيْئٍ هَذَا قَالَ وَاللهِ إِنِّى مَا مَلَكْتُ ذَلِكَ رَأَيْتُهُمْ يُقَاتِلُونَ عِنْدَ جَبَلٍ يُؤْتَوْنَ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ فَلَمْ أَمْلِكْ أَنْ قُلْتُ يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ لِيَلْحَقُوا بِالْجَبَلِ فَلَبِثُوا إِلَى أَنْ جَاءَ رَسُولُ سَارِيَةَ بِكِتَابِهِ أَنَّ الْقَوْمَ لَقُونَا يَوْمَ الْجُمُعَةِ فقَاتَلْنَاهُمْ حَتَّى إِذَا حَضَرَتِ الْجُمُعَةُ سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِى يَا سَارِيَةُ الْجَبَلَ مَرَّتَيْنِ فَلَحِقْنَا بِالْجَبَلِ فَلَمْ نَزَلْ قَاهِرِينَ لِعَدُوِّنَا إِلَى أَنْ هَزَمَهُمُ اللهُ وَقَتَلَهُمْ… }

“Amr İbnu Hâris’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Ömer radıyallahu anhu Cuma günü (Medine’deki minberden) hutbe îrâd ederken birden hutbeyi bıraktı ve iki veya üç kerre ‘Ey Sâriye dağa dikkat, dağdan kendini koru, ey Sâriye…’ dedi. Sonra da hutbesine döndü. Orada bulunanların bazısı ‘Cinnet geçirdi; O kesinlikle bir mecnûndur’ dedi. Bunun üzerine Abdurrahman İbnu Avf yanına girdi. O’na kalbi mutmain olan bir kimseydi. O’na, ‘İnsanların senin aleyhinde konuşmalarına sebebiyet veriyorsun; Hutbe îrâd ederken, Ey Sâriye dağa dikkat et, dağdan korun!… diye bağırmaya başladın; nedir bu?’ Ömer radıyallahu anhu da ‘Vallahi kesinlikle kendi elimde dedildim, onları dağın yanında harb ederken gördüm. Önlerinden ve arkalarından onlara geliniyordu. Elimde olmayarak, dağa yetişmeleri içün Ey Sâriye dağa dikkat et, dağdan korun… dedim’ dedi.

Nihâyet, Sâriye’nin elçisi, O’nun mektûbunu getirdi; onda şöyle yazılıydı: Düşman ordusu Cuma günü bizimle karşılaştı. Onlarla harb ettik. Nihâyet Cuma gelince, iki defa ‘Ey Sâriye!.. Dağa dikkat, dağdan kendinizi koruyun’ diye bağıran birini işittik. Bunun üzerine dağa yetiştik ve Allah onları bozguna uğratana ve helak edene kadar düşmanlarımıza hep ğâlib olmaya devâm ettik…”

[Ebû Nüaym, Delâilü’n-Nübüvveh (H:526,527,528) [Lafız O’nundur], Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvveh (2/346), el-Lâlikâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Êhli’s-Sünneh ve’l-Cemâat-Kerâmâtü Evliâillâh (9/127-128), İbnu Kesîr, Lâlikâî’nin isnâdının ‘ceyyid ve hasen’ olduğunu ve değişik isnâdlarının birbirini kuvvetlendirdiğini söyledi (el-Bidâye:7/131-132) [Lâlikâî dipnotu], İbnu Hacer de el-İsâbe’de (2/3) bu haberin isnâdının hasen olduğunu söyledi. Haberi, ayrıca, Hatîb ve İbnü Merdûye de rivâyet ettiler. (En-Nibrâs:482)]

İMAM-I MALİK (ra) VE EDEB

Plaats een reactie

Malikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes rh .a . Medine’de, Mescid -i Nebî’de ders verirken Hz. Ömer r.a.’ ın hüküm ve meşveret için oturduğu yerde otururdu. Evi de büyük sahabi Abdullah b. Mes’ud r.a.’ ın oturduğu evdi. ( Ebu Nuaym , Hilyetu’l -Evliya, 6/346)

Salih zatlarla birlikte bulunmaya ayrı bir önem verir ve şöyle derdi:
“Kalbimde bir kasvet hissettiğim zaman Muhammed b. Münkedir’e gider, bir süre yüzüne bakarım. Bu, günlerce bana bir ibret ve nasihat olarak yeter.” (Kadı İyâd , Tertîbu’l – Medârik , 1/179)

Peygamber saygısının zirvesi

Kendisine talebelik etmiş olan İmam Şâfiî rh.a. anlatıyor:
Mâlik’in kapısında bağlı cins atlar ve bir de katır gördüm ve “ne güzel!” dedim. “Al, hepsi benden sana hibe olsun.” dedi. “Binmen için birini kendine ayır.” dedim; şöyle karşılık verdi:

– “Allah’ın Peygamberi’nin gezdiği toprakta hayvan sırtında gezmekten hayâ ediyorum.” (Aynı eser, aynı yer.)

Talebelerinden biri şöyle demiştir:
– “Mâlik bizimle beraber oturduğu zaman sanki bizden biriymiş gibi olur, bizimle beraber söze dalar, bizden daha çok tevazu gösterirdi. Fakat hadis-i şerif rivayetine başladığı zaman, artık sözü bizde heybet hissi uyandırır; sanki bizi tanımıyormuş, biz de kendisini tanımıyormuşuz gibi konuşurdu.” ( EbuZehra, İmam Mâlik , 53)

Hadis dersine çıkmadan önce abdest alır, güzel elbiselerini giyer, güzel koku sürünürdü. Ders boyunca vakar ve sekinetin muhafazasına dikkat ederdi.

Bir keresinde Ebu Hâzim’in meclisine gitmiş, yer bulamadığı için ayakta kalmıştı. Ebu Hâzim’in naklettiği hadisleri yazmadığını görenler bunun sebebini sorduklarında şöyle demişti:
– “Hz. Peygamber s.a.v.’in hadislerini ayakta iken almayı uygun görmedim.” (el- Halîlî , el- İrşâd , 26)

Ayakta iken, yürürken veya acele bir işi varken hadis rivayet etmekten hoşlanmaz ve şöyle derdi:
– “ Rasul -i Ekrem s.a.v.’den rivayet ettiğim hadisin anlamını iyi kavramak isterim.” ( Ebu Nuaym , a. g.e ., 6/347)

Yusuf Nehahani (vehhabiler ve Teymiyye hakkında)

Plaats een reactie

Birinci uyarı!

Bu kitabın “Giriş”kısmı ve sekiz kısmından her biri, tek başına IBNI TEYMIYYE ve Vehhabi taifesinin bid’atını reddetmeye yeterlidir.
En az anlayışı ve insafı bulunan bir müslüman, bunu mütalea etse, Resulüllah’ın ve diğer büyüklerin kabirlerini ziyareti ve büyüklerden meded dilemeyi yasaklamakta bu fırkanın açık bir sapıklık içinde bulunduğunu bilir. Hele bu ziyaret ve istiğase peygamberlerin efendisi için yapılacak olursa!

Girişin ve beş kısmın içindeki birçok nakli ve akli deliller ve dört mezhebin ilim adamlarından islam önderlerine ait sözler, bu hususun
meşru olduğunu isbatlamaya ve IBNI TEYMIYYE’YI reddetmeye yeterlidir.

Ey benim şu kitabımı okuyan kimse! Şayet sen, dört mezhebden bir kimse değil de, ibni Teymiyye’nin bid’atlerini sızdıran bir kimse isen, bundaki delil ve bürhanlar sana bir kanaat veremez. Müslümanların imamlarından ve bu yüce dini himaye için uğraşanlardan yapılan pek çok nakiller, sende bir tesir yapmaz. Bu takdirde sen, dalalette olanların en ileride bulunanı ve şerlilerin öncüsü oldun demektir. Bu hal sende devam edecek olursa, Allah korusun, bir gün küfre düşmenden korkulur.

Biz, bu günkü haline bakarak, her ne kadar senin küfrüne hüküm vermiyorsak da, bu durumun kalbinin zulmetlerle dolduğuna ve nurlardan boşaldığına delalet eder. Bunda şüphemiz yoktur.

Peygamber (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
“Günahlar, küfrün kılavuzudur”.


Vehhabiler de ayrı bir durumdadır. Bu taifenin iyileşmesinden ve felahından ümit kesilmiştir. Şüphe yoktur ki, günahların en çirkini, dinde bid’at yolunu tutmaktır. Allahü Teala’ nın en küçük bir hidayet takdir ettiği ve bu kitabı mütalea için kalp gözünde azıcık bir nur halk edeceği bir müslümanın; daha sonra IBN TEYMIYYE’NIN  bid’atının şeytanın işinden olduğunda ve iman ehlini hileye düşüreceği vesveselerin en çirkinlerinden bulunduğunda, bir şüphesi kalacağını sanmıyorum.

[Yusuf Nebhani,Şevâhidü’l-Hak, sayfa 38]

 

Ibn Abidin’in vehhabiler hakkındaki sözleri!

Plaats een reactie

ibn abidin vehhabiler

IBN-İ ABİDİN R.A. DİYOR Kİ: EHLİ SÜNNET ORDUSU (OSMANLI ORDUSU), ALLAH’IN LÜTFUYLA HARİCİ VAHHABİLERE ÜSTÜN GELİP KAHR-U PERİŞAN ETMİŞTİR… Görmüş olduğunuz bu sayfa İbni Abidin’in r.a. Reddul-Muhtar alad-Durril-Muhtar adlı eserinin Darul-Marife -Beyrut baskısının 6. cild 400. sayfasıdır…Hanefi imamlarından İbn-i Abidin -rahmetullahi aleyh-, Muhammed b. Abdilvehhab önderliğinde Necid’de ortaya çıkan grubu şu şekilde anlatıyor:

“Vehhabilik Necd çöllerinde meydana çıkıp Harameyni (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) yi almışlardır. İbâdetleri Hanbeli mezhebine göredir. Fakat kendilerinin Müslüman olduğuna inanıp, kendilerine muhâlif olanların müşrik olduğuna inanmaktadırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah görürler. (Hicri) 1233 senesinde Ehl-i sünnet ordusu Allah Teâlâ’nın lütfuyla onlara üstün gelip kahru perişan etmiştir…

Older Entries