Ölülere sağ olanların haberi gelirmi?

Reacties uitgeschakeld voor Ölülere sağ olanların haberi gelirmi?

Onbirinci Soru: Kabirdeki bir ölünün yakınına veya uzağına başka bir ölü defnedildiğinde kabirdeki ölü onu tanır mı ve dünyadaki diğer olup biten şeyler hakkında, yeni gelen ölüye soru sorar mı?

 

Cevap: Evet. Bunun hakkında hadisler varid olmuştur. Bu hadislerden bazıları: İbni Ebid Dünya’nın, Ebiz Zübeyr’den onun da Cabir’den rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ölülerinizin kefenlerini güzel seçin. Çünkü onlar kefenlerinden dolayı övünürler ve kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler.”

İbni Mübarek, Ebu Eyyüb’den mevkuf olarak rivayet ettiği ve Taberani’nin buna benzer Rasululah’a merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sağ olanların amelleri ölülere gösterilir. İyilik görürlerse sevinirler ve rahatlarlar. Eğer kötülük görürlerse Allah’ım onlara hidayet ver derler.” Bu rivayette defnedilenlerin onların yakınında veya uzağında olduğuna dair bir kayıt yoktur. Fakat sadece yakınlarında defnedilenleri duyabilmeleri de mümkündür.

İbni Ebid Dünya şöyle rivayet etti: “Osman İbni Abdullah, Said İbni Cübeyr’e şu soruyu sordu: “Ölülere sağ olanların haberi gelir mi? Said İbni Cübeyr: “Evet” dedi. Bir kişi öldüğünde yakın akrabalarının haberlerini diğer ölülere ulaştırır. Mezardaki kişi haberler hayır ise sevinir, şer ise üzülür. (Bu hadisi Tirmizi, Taberani, Enes İbni Malik’ten Rasulullah’a merfu olarak rivayet etmişlerdir).

Buhari’nin tarihinde Numan İbni Beşir’den Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kabirlerde bulunan kardeşlerinize eziyet etme hususunda Allah’tan korkun. Çünkü amelleriniz onlara gösterilir.” Hakim rivayet etti ve sahih dedi).

“Kabirler” kitabında İbni Ebid Dünya şöyle rivayet etmiştir. Yahya b. Abdurrahman b. Ebi Lebibe o da babasından o da dedesinden şöyle rivayet etmişlerdir: “Bişr İbni Berra b. Ma’rur öldüğünde annesi ona çok üzüldü ve Rasulullah’a (s.a.v.) annesi şöyle dedi: “Beni Seleme’den ölenler olarak ölüler birbirini tanır mı ki ben Bişr’e selam göndereyim?” Rasulullah (s.a.v.) ona: “Evet ey Bişr’in annesi! Kuşların birbirini tanıdıkları gibi onlar da birbirini tanırlar.” Bunun üzerine Beni Seleme’den bir kişi ölüm döşeğine düşse Bişr’in annesi ona gidip Bişr’e selam söyle derdi. Taberani başka bir yoldan şöyle rivayet etti: “Bişr’in annesi, Ka’b İbni Malik ölüm döşeğine düştüğü zaman ona gelip: “Bişr’e selam söyle” dedi. Bu rivayet Ebu Lebibe’nin rivayetini desteklemektedir.

Sufyan İbni Uyeyne, Amr İbni Dinar’dan o da Ubeyd İbni Umeyr’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kabir ehli sağ olanların haberlerini beklerler. Bir kişi öldüğünde ona gelirler ve: “Filanın durumu nasıl?” diye sorralar. O da: “Salih bir kişidir” diye cevap verir. “Peki falan kişi ne yaptı?” derler. O da: “O size gelmedi mi?” der. Onlar: “Hayır bize gelmedi” derler. O da: “Biz Allah’A aidiz ve ona döneceğiz” dedikten sonra: “Demekki bu bizim yolumuzdan başka bir yola gitti” derler. Bu rivayet Ubeyd İbni Umeyr’in sözüdür. Ubeyd İbnü Umeyr; tabiin alimlerinin en büyüklerinden birisidir. Ona ulaşan senet sahihtir. Bu gibi kişiler kendi görüşlerinden birşey söylemezler. Bu rivayet mürsel hükmündedir.

Nesei’ni Ebu Hureyre’den Rasulullah’a merfu olarak rivayet ettiğibuna benzer bir rivayeti vardır. Bu rivayetin sonunda şöyle bir ibare vardır. “Onlar yeni ölen kişiye: “Filan kişi ne haldedir?” diye sorduklarında yeni kişi: “O daha size gelmedi mi?” diye sorunca onlar: “Hayır” deyince,yeni ölen kişi: “Demekki o cehenneme gitti” der. İbni Mübarek’in Ebu Eyyüb’den Rasulullah’a merfu olan buna benzer bir rivayeti vardır.

Taberani Ebu Eyyüb’den şöyle rivayet etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mü’min kişi ölünce salih kullar bu kişiyi müjdeleyici bir kişinin karşılandığ gibi karşılarlar ve birbirine onu rahat ettirelim derler. Sonra ona: “Filan erkek ne yaptı? Filan kız ne yaptı? Evlendi mi? diye sorarlar. Fakat ondan önce ölmüş olan bir kişi hakkında sorduklarında; “O cehenneme gitti” der.”[1] (1) Taberani Kebir’de ve el-Evsat’ta zayıf senetle rivayet etti. (Mecma ez-Zevaid, İbni Hacer el-Heytemi).

Bir rivayetlerden anlaşılıyorki ölülerin ruhu birbirleriyle buluşurlar ve konuşurlar. Fakat bu, dünyadaki buluştukları gibi değildir. Çünkü Berzah hayatı (kabir hayatı) dünya hayatına benzemez. Dolayısıyla orada olan olaylar dünyadikelere benzemez. Alah daha iyi bilir.

[Ibn Hacer Askalani, Kabir Alemi]

Peygamber(sav) kabrinin ziyaret edilmesinin müstehab olduğunun beyanı

Plaats een reactie

Subkî,  Şifâü’s-Sekam’da der ki:

(Dördüncü bab)Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin kab­rini ziyaret etmenin müstehab olduğu, ulemanın nasslarında var­dır. Yâni bu mesele üzerinde Müslümanlarca ittifak edilmiştir. Kadı İyaz (Allah ona rahmet eylesin) dahi, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin kabrinin ziyareti Müslümanlar nezdindde sünnet olup, ziyaret edilmesine teşvik edilmesi hususunda ittifak etmişlerdir, de­miştir. Subkî daha sonra müstehab olduğuna dair dört mezheb imamlarından, tâbilerinden nakiller yapmıştır. Meselâ bunu, Şafiî ulemasından Kadı Ebu’t-Tayyib et-Taberî, Muhamilî, Halimi, Maverdî, Ruyani ve El-Kadı Hüseyin ile Şeyh Ebû îshak eş-Şirazî’den nakletmiş; bu hususta bunların ve diğer âlimlerin icmaları olduğu­nu söyledikten sonra artık imamların ashabının dediklerini araştır­maya ihtiyaç yoktur, demiştir.

Ziyaretin müstehab olduğunu söyleyen Hanefî âlimlerinden Ebû Mansur el-Kirmanî, «Menâsik» adlı eserinde; Abdullah b.Mahmud, «Şerhu’l-Muhtar», adlı eserinde; Ebu’l-Leys es-Semerkandî «Fetavâ» kitabında; Es-Sürûcî, «El-Gâye» kitabında-, Hanbelîlerden de Ebu’l- Hattab el-Kılvazânî «Hidâye» kitabında; Ebû Abdullah es Şamirrî «Mustav’îb» kitabında ve Necmeddin b. Handan, «Er-Riâyetül-Kübrâ», kitabında zikretmişlerdir.

Yine Subkî der ki: İbnü’l-Cevzî, «Müsirrü’l-Azm es-Sakin» kita­bında Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin kabrini ziyaret etmek meselesi için bir bab düzenlemiş, onda İbn Ömer ve Enes radıyallahü anhumadan rivayet olunan hadîsleri ve Muvaffakuddin’in «EI- Muğni» kitabındaki hadîsi ve Darekutnî ile Said b. Mansur’un tari­kinden rivayet edilen, İbn Ömer’den rivayet eylediği hadîsi zikret­miştir. Yine onda Ahmed b. Hanbel’in tarikinden Hz. Ebû Hüreyre radıyallahü anhdan rivayet olunan Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin buyurduğu, «Herhangi bir kimse, kabrimin yanında bana selâm verirse…» hadîs-i şerifini zikretmiştir. Mâliki mezhebi âlim­lerinden ziyaret hakkında Ebû îmran el-Fasi, Şeyh îbn Ebû Zeyd, Ebu’l-Velid b. Rüşd ile îbn Ataullah da bu hususta hadîsler rivayet etmişlerdir.

[Ebu Hamid bin merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.246-247]

Ölüye Kur’an sevabını bağışlamak

Plaats een reactie

İlk olarak genel bilgi vermek istiyorum. Bu tür genel bilgiler ansklopedi karakterli kitaplarda bulunur ki, bunların en genişlerinden biri “Kuveytiyye” adlı kitapdır. Orada “Kiraatin sevabinin vasil olması” konusu hakkında şöyle deniyor:

قراءة القرآن للميت وإهداء ثوابها له :
ذهب الحنفية والحنابلة إلى جواز قراءة القرآن للميت وإهداء ثوابها له ، قال ابن عابدين… نقلا عن البدائع :
ولا فرق بين أن يكون المجعول له ميتا أو حيا ، والظاهر أنه لا فرق بين أن ينوي به عند الفعل للغير أو يفعله لنفسه ثم بعد ذلك يجعل ثوابه لغيره .
وقال الإمام أحمد : الميت يصل إليه كل شيء من الخير ، للنصوص الواردة فيه ؛ ولأن الناس يجتمعون في كل مصر ويقرءون يهدون لموتاهم من غير نكير فكان إجماعا ، قاله البهوتي من الحنابلة
وذهب المتقدمون من المالكية إلى كراهة قراءة القرآن للميت وعدم وصول ثوابها إليه ، لكن المتأخرون على أنه لا بأس بقراءة القرآن والذكر وجعل الثواب للميت ويحصل له الأجر .
قال الدسوقي : في آخر نوازل ابن رشد في السؤال عن قوله تعالى : { وأن ليس للإنسان إلا ما سعى } ، قال : وإن قرأ الرجل وأهدى ثواب قراءته للميت جاز ذلك وحصل للميت أجره .
وقال ابن هلال : الذي أفتى به ابن رشد وذهب إليه غير واحد من أئمتنا الأندلسيين أن الميت ينتفع بقراءة القرآن الكريم ويصل إليه نفعه ويحصل له أجره إذا وهب القارئ ثوابه له ، وبه جرى عمل المسلمين شرقا وغربا ، ووقفوا على ذلك أوقافا ، واستمر عليه الأمر منذ أزمنة سالفة.
والمشهور من مذهب الشافعي أنه لا يصل ثواب القراءة إلى الميت . وذهب بعض الشافعية إلى وصول ثواب القراءة للميت .
قال سليمان الجمل : ثواب القراءة – للقارئ ، ويحصل مثله أيضا للميت لكن إن كان بحضرته ، أو بنيته ، أو يجعل ثوابها له بعد فراغها على المعتمد في ذلك .
وصرحوا بأنه لو سقط ثواب القارئ لمسقط كأن غلب الباعث الدنيوي كقراءته بأجرة فإنه لا يسقط مثله بالنسبة للميت .
ونصوا على أنه لو استؤجر للقراءة للميت ولم ينوه ولا دعا له بعدها ولا قرأ له عند قبره لم يبرأ من واجب الإجارة

“Ölü için Kuran okuyup sevabini ona bağışlamak.

“Hanefiler ve Hanbeliler ölü için Kuran okunub, sevabini ona bağışlamanın caiz olduğu görüşündedirler.
İbn Abidin “Bedai” (Bedaius Sanai fi Tertibiş Şerai) kitabından naklen dedi: Sevap gönderilenin ölü ve ya diri olması arasında fark yoktur. Zahir/açik olan budur ki, fiili işlediği zaman başkası için niyyet etsin ve ya ya onu kendisi için işleyip bundan sonra sevabini başkasına göndersin, bu iki hal arasında fark yokdur.
İmam Ahmed dedi: “Bu mevzuda varid olmuş nasslara göre, hayır cinsinden her şey ölüye vasil olur/ulaşır. Ayni zamanda tüm ülkelerde insanlar toplanıp, Kuran okur ve sevabını ölülerine bağışlarlar ve kimse buna itiraz etmez, bu icmadır.” Bunu Hanbeli fakihlerinden Buhuti nakl ediyor.
Malikilerin Mutekaddim (ilk dönem) alimleri, ölü için Kuran okumanın kerahetini ve bunun sevabinin ona ulaşmayacağini söylemişler. Fakat, Mutaahhir (daha sonrakı) alimlerin görüşüne göre, Kuran okuyup , zikr edip onun sevabını ölüye vermekte bir bais/sorun yoktur ve ecr ona hasil olur.
Dusuki, İbn Ruşdün “Nevazil” kitabında, Yüce Allahın “İnsan için ancak çalışdığı vardır” kelamı hakta sual hakkında dedi: “Eğer bir adam Kuran okur ve okuduğunun sevabini ölüye bağışlarsa bu caizdir, ölüye bunun ecri hasil olur.”
İbn Hilal dedi: “İbn Rüşdün fetva verdiyi ve bir çok Endelus imamlarının görüşü budur ki, ölü Kurani Kerim okunmasından faydalanir, bunun faydası ona ulaşir, okuyan bunun saeabını ona bağışladığı zaman ecri ona hasil olur. Doğuda ve Batıda Müslümanlarin ameli böyle cereyan etmiş, bu görüş üzerinde sağlam bir şekilde razılaşmişlar ve eski zamanlardan beri bu iş böyle devam etmişdir.”
Şafi mezhebinde meşhur olan görüşe göre kıraatin sevabı ölüye ulaşmaz. Bazi Şafi alimleri kıraatin sevabinin ölüye ulaşacağini söylemişler.
Suleyman El Cemal dedi: Kıraatin sevabı Kariyedir/okuyanadır, ayni zamanda bunun bir misli de ölüyedir. Fakat, itimad edilen görüşe  göre bütün bunlar, onun hüzurunda ve ya niyyetle ve ya bitmesinden sonra sevabı ona göndermek şartıyla ola bilir.
Açık şekilde dediler: Eğer, ücret karşılığında okuması gibi dünyevi bir tahrik Karinin sevabını boşa çikarirsa, bunun ölüye ulaşicak olan sevabı boşa gitmez.
Eğer, birisi ücret karşılığında ölü için Kuran okumak maksadiyla tutulsa, o da onun için niyet etmese, bundan sonra ona dua etmese, kabri başında onun için Kuran okumasa, icarenin vacibinden azad olmuş olmaz.”

Kaynak: El Mevsuatul Fıkhiyyetul Kuveytiyye: 33/60-61
Kuveyt: 1404-1427

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellemin kabrinin ziyaret etmek müstehab oluşu

Plaats een reactie

Subki, «Şifâü’s-Sekam»da der ki: (Üçüncü bab) Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in türbesinin ziyaretine yapılan seferin cevazına açıkça delâlet eden rivayetler hakkındadır. Tafsili şudur ki: Türbe-i şerifin ziyareti için yapılan sefer, geçmişten tâ zamanımıza kadar devam edegelmiştir. Bu konu, sahabelerden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in müezzini olan Bilâl b. Ebi Rebah, (Allah ondan razı olsun), hakkında rivayet edilir ki, kendisi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘in kabrini ziyaret etmek maksadıyla Şam’dan Medine’ye sefer etmiştir. Bunu iyi bir isnat ile kendisinden rivayet ettik ve bu rivayet, ziyaret için sefer edilmesine dair açık bir delildir.

Hafız Ebu’l-Kasım b. Asakir, Hafız Abdülganı el-Makdisı ve «El-Kemâl fî Tercemeti’l-Bilâl» adlı eserinde Hz. Bilâl’in hal tercümesinde Hafız Ebu’l-Haccac el-Müzzi de bu rivayeti zikredenlerdendirler.
Yine Subki mezkûr eserinde der ki: Ömer b. Abdülaziz’den (Allah ondan razı olsun), şöyle meşhur olarak rivâyet edilir ki, kendisi, Şam’dan Medine’ye «Benden Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme selâm söyle.» diye postacı gönderiyordu. Bunu, İbn Cevzi de zikretmiştir. Bu bilgiyi «Musiri’l-azmi’s-Sakin» kitabından naklettim. İmam Ebû Bekir b. Ebi Âsim en-Nebil (Öl: 287) de yazdığı «Menasîk» adlı eserinde isnatlardan tecrit ederek sabit olduğunu iltizam etmiş ve sonra demiş ki: Selef (Allah onlara rahmet eylesin), «ziyarete evvelâ Medine’den mi, yoksa Mekke’den mi başlanması efdaldir?» diye ihtilâf etmişlerdir. İkisinden hangisinin ilkin ziyaret edilmesi konusuna değinen ve ondaki hilâftan bahseden İmam Ahmed bin Hanbeldir ki, telif eylediği «Menâsikü’I-Kebir» adlı kitabında açıkça zikretmiş ve Hafız Ebi’l-Fadl Muharamed b. Nasır da bunu rivayet etmiştir. Daha sonra Subkl der ki: İlerde (kitabımızın dördüncü babında) kendisinden nakledeceğimize göre, Hicaz’da yapılan seferde ilkin Mekke’den başlayarak sonra Medine’ye gidip kabri şerifin ziyaret edilmesini ön gören zâtlardan biri de İmam Ebû Hanife’dir.

 

Ebû Bekir el Acurri yazdığı «Kitabü’ş-Şeriâ» adlı eserinde (Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin yanma defnedilen Ebû Bekir ve Ömer radıyallahü anhüma babında) demiş ki: Eski ve yeni Müslüman fakihlerden herhangi birisi, kendisine isnat ederek bir menasik kitabı yazmışsa, mutlaka Medine’ye gelip de hacc veya umre yapmasını kasteden veya hiçbirisini yapmayı kastetmeyip yalnız Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin kabrini ziyaret etmek ve Medine’nin fazileti için orada ikâmet etmesini arzulayan her kimseye, ziyaret yapmasını emretmişlerdir. Bütün ulema, bu ziyaretin yapılmasını kitaplarında emretmiş, Peygamber sallallahü aleyhi ve selleme, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’e de nasıl selâm verileceğini öğretmişlerdir. Hicaz’ın, Irak’ın, Şam’ın, Horasan, Yemen ve Mısır’ın eski ve yeni bütün âlimleri de böyle demiş ve yazmışlardır.

 

Hanbeli mezhebi âlimlerinden Ebû Abdillah b. Batta el-Ukberi, «Kitabü’l-îbane an-Şeriati’l-Fırkati’n-Nâciye ve Mucanebeti’l-Fırkati’l-Mezmûme» adlı kitabının «Fİ bâbi defn i Ebû Bekir ve Ömer mea’n Nebiyyi sallallahü aleyhi ve sellem» babında bu mânâya yakın bir ifade kullanmıştır.

 

Daha sonra Subki der ki: Bu, Ebû Bekir el-Acurri (360. H.) Muharrem ayında vefat etmiştir. Kendisi, sika (itimat edilir), doğru, mütedeyyin bir zât idi. Birçok telifleri vardır. 330 yılından önce, Bağdat’ta bulunmuş, sonra Mekke’de yerleşip orada vefat etmiştir. İbn Batta ise Hicri 387 yılının Muharrem ayında Ukber’de vefat etmiş, kendisi Hanbeli mezhebinin fakihlerinden olup imam ve faziletli bir hadis âlimiydi. Fıkıh bilgisi hadis bilgisinden daha çok idi. Birçok yararlı eserler yazmıştır. Ebû Bekir el-Acurrî ile İbn Batta’-dan başka âlimler de böyle söylemişlerdir.

 

Yine Subki mezkûr kitabında anlatıyor: Ziyaret babında kelâmlarını naklettiğimiz mezheb sahipleri olan fakihlerin tâbirlerinin çoğu, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin kabrini ziyaret için yapılan seferin müstehab olduğu şeklindedir. Çünkü hacceden kimsenin işini bitirdikten sonra, Medine’yi ziyaret etmesi müstehabtır, demişler. Ziyaret yapmak için de seferin yapılması zaruridir. Musanniflerin zikrettikleri Arabi’nin meşhur hikâyesi, yazdıkları menâsik bahsinde mevcuttur. O hikâyenin bâzı rivayetlerinde Arabi, (ziyareti yaptıktan sonra) devesine binip gitti, denilmektedir.

 

İşte, bu hikâye, Arabi’nin misafir olduğuna delâlet ediyor. İmamlardan bir cemaat bu hikâyeyi Utbi’den rivayet etmişlerdir. Utbi’nin adı, Muhammed b. Ubeydullah’tır. Halkın en fasihi (güzel konuşanı) idi. Âdâb hakkında birçok haber ve rivayetleri bilen bir zât idi Babasından ve Süfyan b. Uyeyne’den hadis rivayet etmiş, Hicrî 228 yılında vefat etmiştir. îbn Asâkir, «Tarih« kitabında, İb-nü’l-Cevzî, «Müsirü’l-Azm» adlı eserinde ve daha başkaları Utbi’ye isnad ile bu hikâyeyi nakletmişlerdir.

[Ebu Hamid bin merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyîn, s.244-246]

Şirkin gerçek sebepleri nelerdir!!

Plaats een reactie

Yapılan işlerin asıl fail olan Allah ‘a değil de, fiillerin yaratılmasına birer vesile olan mecazi failiere nispet edilebiliyor olması iyi anlaşılamadığı için, iman ve şirk değerlendirmesinde sıklıkla hataya düşülmektedir.

Mecazi ya da hakiki anlam ayrımını kabul etmeyen bazı insanlara göre, fiilin gerçekleşmesinde vasıta olan kişi için “işi bu kişi yapmıştır” gibi bir şey söylendiği takdirde,

مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَ

“Biz o putlara, ancak bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (Zümer 3) ayet-i kerimesinin hükmü gereğince şirke düşülmüş olur.
Böyle bir iddia asla kabul edilemez. Bu ayetin bu şekilde bir delil olduğunu iddia etmek, ayeti bağlarnından kopararak keyfe keder verilen bir manadır.
Şöyle ki, bu ayeti kerime, müşriklerin Allah’tan başka putlan ilah edinip Allah’ın rububiyetinde ortak gördüklerini ve o putlara ibadet ettiklerini açıkça ifade etmektedir. Müşrikler, putları Allah’tan başka rabler kabul edip onlara ibadet ettikleri için müşrik ve kafır olmuşlardır. Yaptıklan bu ibadetin Allah’a yakınlığa vesile olduğunu iddia etmektedirler.

Burada açıklanması gereken önemli bir husus daha vardır. Allah -celle celaluhu’nun bizlere aktardığı müşriklerin sözlerinden -müşriklerin kendi iddialarına göre- şu anlaşılmaktadır: Onlar putlara ibadet ederken aslında istekli değiller ve bu ibadeti yapmayı istemedikleri halde sadece Allah’a yakınlığa sebep olduğu için yapmaktadırlar. Bu ayeti böyle anlamak durumundayız. Zira eğer müşrikler gerçekten bu iddialarında doğru söylüyor olsalardı, doğal olarak Allah -celle celaluhu’yu o putlardan daha büyük görüp putlara değil de Allah’a ibadet etmeleri gerekirdi. Müşrikler bu söylediklerini, şirklerinin üstünü örtebilmek için bir mazaret olarak ileri sürmektedir.
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِم مَرْجِعُهُم
ْ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

“Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin ki onlarda bir ilim olmaksızın Allah’a sövmesin. İşte biz böylece her ümmete yapıp ettiklerini süsledik. Sonra rablerine döndürülecekler ve Allah onlara kendi yaptıklarını haber verecektir” (En’am 108) ayeti kerimesi, Müslümanlan onların putlanna sövmekten alı koymuştur.

Abdürezzak, Abd İbni Humeyd, İbni Cerir, İbni Münzir, İbni Eb!
Hatem ve Ebu Şeyh, bu ayetin tefsiri ile alakah Katade -radıyallahu anh’dan şu rivayeti nakl etmişlerdir:

“Müslümanlar kafirlerin putlarına söverler onlar da bunun üzerine
Allah hakkında ileri geri konuşurlardı. Bunun üzerine:
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍ
“Onların, Allah’tan başka çağırdıklarına sövmeyin…” (Enam 108) ayet-i kerimesi nazil oldu. Bu ayetin nüzul sebebi bu olaydır. Kur’an, Mekke putperestlerinin tapındığı taşların kusur ve eksikliklerini dillendirmeyi yasaklayarak haram etmiştir. Zira Müslümanların, putların kusurlarını ortaya koyan sözleri, putların menfaat ve zarar verebileceğine gerçekten inanan putperesderin putlara bestedikleri bağlılık duygularını tahrik etmekteydi.
Sinirlenen putperestler Müslümanlara ayni ile mukabele edip her noksanlıktan münezzeh olan alemierin Rabbine noksanlık izafe ederek sövmekteydiler.

Imdi eğer bunlar gerçekten Allah’a yakınlık için ibadet ettikleri iddiasında tutarlı olsaydılar, intikam almak için kendi ilahlan olduğunu söyledikleri Allah’a sövmezlerdi. Bu yaptıkları göstermektedir ki Allah’ın onlar nezdindeki değeri, kesinlikle putlarından daha azdır.
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ
“Eğer gökleri ve yeri kim yarattı diye onlara soracak olsan elbette Allah yarattı derler” (Lokman 25) ayet-i kerimesi de bu manayı teyid etmektedir. Yani eğer gerçekten putların değil de Allah ‘ın gerçek
yaratıcı olduğuna inanıyor olsalardı sadece Allah’a ibadet ederlerdi. Yada en azından Allah’a olan saygı ve hürmetleri putlardan daha fazla olurdu.

Şimdi soruyoruz: Putları hakkında söylenilenlerden tahrik olup Allah
celle celaluhu’dan intikam almak adına putperesderin bu yaptıkları, Allah’ı yüceltip saygı gösteren bir insanın yapabileceği şeyler midir? Elbette ki hayır.
Allah’ın müşrikler nezdindeki değerinin o taşlardan daha değersiz olduğuna delalet eden ayeti kerimeler sadece bunlardan ibaret değildir.
وَجَعَلُواْ لِلّهِ مِمِّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالأَنْعَامِ نَصِيباً فَقَالُواْ هَـذَا لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـذَا لِشُرَكَآئِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَآئِهِمْ فَلاَ يَصِل
ُ إِلَى اللّهِ وَمَا كَانَ لِلّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَآئِهِمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

“Tuttular Allah’ın yarattığı ekin ve davarlardan ona hisse ayırdılar ve kendi zanlarınca “Bu Allah’ın, bu da Allah’a ortak koştuğumuz putların” dediler. Ortak koşulan putlar için olanlar Allah tarafına ulaşmaz ama Allah için olanlar putların tarafına ulaşır. Ne kötü hüküm veriyorlar ” (En’am 136)

Eğer Allah’ın onlar nezdindeki değeri putlardan daha az olmamış olsaydı,
bu ayeti kerimenin bize hikaye ettiği tercihte asla bulunmazlar ve
Allah -celle celaluhu-‘nün

سَاء مَا يَحْكُمُونَ
“Ne kötü hüküm veriyorlar” (Enam 136) kavline müstahak olmazlardı.

Ebu Sufyan -radıyallahu anh- ‘ın Müslüman olmadan önce kendi ilahlarının ve ordusunun müminlere ve alemierin rabbi olan Allah’a galip olması için “Hubel aziz olsun” diyerek putları olan Hubel’e dua etmesi, müşriklerin putlara ve Allah -ce lle celaluhu-‘ya nasıl bakıp inandıklarını göstermeye yeterli bir misaldir.

Anlattıklarımız iyi anlaşılmalıdır. Zira birçok insan bu noktayı anlayamadıkları için, yanlış çıkarımlar yapmakta ve batıl fikirlerini buna dayandırmaktadırlar.

Allah -celle cetaluhu- Müslümanlara namaz kıtarken Kabe’ye yönelerek -yapılan ibadet Kabe için yapılmadığı halde- ibadet etmelerini ve onu kıble edinmelerini emretmiştir. Hacerü’I-Esved’i öpmek, Allah’a kulluk ve Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e ittiba için yapılır.
Buna rağmen birisi Kabe ya da Hacerü’l-Esved’c ibadet ettiğini düşünürse, aynı putperestler gibi o da müşrik olur.
Bu durumda vasıta kullanan herkesi müşrik kabul etmek mümkün değildir.
Zira vasıta kullanmak kaçınılmaz bir durumdur. Aksi takdirde her
işinde bir vasıta kullanan insanlan müşrik addetmek zorunda kalınz.
Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e Kur’an, Cebrail -aleyhisselam- vasıtasıyla nazil edilmiştir. Peygamberimiz -sallallahu aleyhive sellem- Sahabeyi kiram -radıyallahu anhum- için en büyük vasıtadır. Sahabe, sıkıntılı zamanlannda onun yanına sığınır, sıkıntılarını ona anlatır, onu Allah’a vesile eder ve ondan dua isterlerdi. Onların bu isteklerinin üstüne Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- asla onlara: “Siz müşrik ve kafir oldunuz. Sıkıntılarımza benden çare aramanız ve benden
bir şey istemeniz caiz değildir. Gidin ve kendi başınıza size benden daha yakın olan Allah’tan isteyin” gibi bir şey dememiştir. Bilakis, onlar adına Allah’tan istekte bulunmuştur.

Bununla beraber elbette ki bütün sahabe kesin olarak şunu bilmekteydiler; gerçekte istenileni verebilecek olan sadece Rezzak olan Allah – celle cellaluhu-‘dur. Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- de verdiği şeyleri Allah ‘ın izniyle vermektedir.

إنما أنا قاسم والله معط
“Ben ancak taksim ederim. Gerçekte veren Allah’tır” diyen yine Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kendisidir.

Öyleyse, herhangi birisi için “o, sıkıntıyı giderdi ve ihtiyacımı gördü” demek, o işin olmasına vesile oldu demektir.
Kim, iki dünyanın en şereflisi, cinlerin ve insanların efendisi, Allah’ın
bütün mahlukatının her anlamda en değeriisi olan yüce Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem-‘e i’tiraz edebilir? O değil midir ‘sahih’ bir rivayette:
من فرج عن مؤمن كربة من كرب الدنيا
“Kim ki mümin kardeşinin dünyada bir sıkıntısını giderirse…” diye buyuran. Mümini, sıkıntıları gideren olarak vasıflanmıştır.
من قضى لأخيه حاجة كنت واقفاً عند ميزانه فإن رجح وإلا شفعت له
“Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse onun mizanı önünde duracak ve ağır basmasını bekleyeceğim. Ağır gelmese şefaat edeceğim” diye buyuran, müminleri, “ihtiyaçları giderici” olarak tavsif eden O -sallallahu aleyhi ve sellem- değil midir?
Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- sahih rivayetlerde:
من ستر مسلماً
“Kim bir müminin ayıbını örterse…”
أن لله عز وجل خلقاً يفزع إليهم في الحوائج
“Allah’ın öyle mahlûkatı var ki sıkıntılı anlarda onlara müracaat edilir”
والله في عون العبد ما دام العبد في عون أخيه
“Allah, kardeşine yardım ettiği sürece kulunun yardımındadır”
من أغاث ملهوفاً كتب الله له ثلاثاً وتسعين حسنة
“Kim sıkıntısı olan birisine yardım ederse Allah ona doksan üç hasene yazar” diye buyurmuştur?

Bu rivayetlerde müminler, sıkıntıyı gideren yardım eden, ayıpları gizleyen ve kendisine müracaat edilen kişiler olarak tavsif edilmiştir. Halbuki sıkıntıları gideren, ihtiyaçlan veren, ayıpları örten ve yardım eden gerçekte Allah’tır. işlerin yerine getirilmesinde bir vasıta oldukları için, fiillerin Müminlere nispet edilmesinde bir beis bulunmamaktadır.

İstiğfar eden ve mescitleri imar eden insanlardan dolayı, Allah ‘ın
yeryüzünden azabı kaldırdığına, onlar sayesinde diğerlerini
rızıklandırdığına, belaları onlar sayesinde defettiğine delalet eden birçok hadisi şerif bulunmaktadır.

Taberani “Kebirde, Beyhaki’de “Sünen’de nakletmiştir: Mani ed Deylemi -radıyallahu anh- Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
لولا عباد لله ركع وصبية رضع وبهائم رتع لصب عليكم العذاب صباً ثم رضّ رضا
“Eğer yeryüzünde Allah’ın rükû eden kulları, süt emen sabiler, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap yağdırır ve sizi helak ederdi.”

Buhari, Sad İbni Ebi Vakkas -radıyallâhu anh-’ın şöyle rivayet ettiğini nakletmiştir:
هل تنصرون وترزقون إلا بضعفائكم
“Siz ancak aranızdaki zayıflar sayesinde yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.”

Tirmizi ve Hakim sahih bir senetle Enes -radıyallâhu anh-’dan şöyle nakletmişlerdir:
لعلك ترزق به
“Umulur ki onun sayesinde rızıklandırılırsınız.”

Abdullah İbni Ömer -radıyallâhu anh-’dan naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إن لله عز وجل خلقاً خلقهم لحوائج الناس يفزع إليهم الناس في حوائجهم أولئك الآمنون من عذاب الله تعالى
“Muhakkak Allah, insanların ihtiyaçları için kendilerine müracaat edecekleri insanlar yaratmıştır. İşte onlar Allah’ın azabından emin olanlardır.”

Cabir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’tan rivayetle Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
إن الله ليصلح بصلاح الرجل المسلم ولده وولد ولده وأهل دويرته ودويرات حوله ولا يزالون في حفظ الله عز
وجل ما دام فيهم
“Muhakkak Allah, salih bir adamın salihliğinden dolayı çocuğunu ve çocuğunun çocuğunu, beldesini ve çevresindeki beldeleri de salaha erdirir. Ve o aralarında bulunduğu sürece onları muhafaza eder”

İbni Ömer -radıyallâhu anh-’dan naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur:
إن الله ليدفع بالمسلم الصالح عن مائة أهل بيت من جيرانه بلاء
“Muhakkak ki Allah, bir salih kul vesilesiyle komşularından yüz evden musibet ve belayı def eder”
Sonra da İbni Ömer -radıyallâhu anh- şu ayeti okumuştur:
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الأَرْضُ
“Allah’ın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmasaydı elbette yeryüzü fesada uğrardı.” (Bakara 251)

Sevban, ‘merfu’ olarak Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den şu rivayeti yapmıştır:
لا يزال فيكم سبعة بهم تنصرون وبهم تمطرون وبهم ترزقون حتى يأتي أمر الله
“İçinizde daima yedi kişi bulunur ki onlar sayesinde yardım olunur, onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve onlar sayesinde rızıklandırılırsınız. Allah’ın emri gelene dek bu böyle sürüp gider”

Ubade bin Samit’ten naklen Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
الأبدال في أمتي ثلاثون بهم ترزقون وبهم تمطرون وبهم تنصرون
“Ümmetimde otuz tane ‘abdal’ vardır. Onlar sayesinde rızıklandırılır, onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve onlar sayesinde yardım olunursunuz.”

Katade “Sanıyorum Hasan (Basri?) onlardan biridir” demiştir.

İbni Kesir bu son dört hadisi şerifi tefsirinde
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ
“Allah’ın insanların bazısını bazısıyla defetmesi olmasaydı…” (Bakara 251) ayetinin açıklamasını yaparken zikretmiştir. Hadislerin hepsinin toplamı, sahih seviyesine çıkmakla delil olmaya salahiyetli hale gelmiştir.

Enes -radıyallâhu anh-’dan rivayetle Rasulüllah Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
لن تخلو الأرض من أربعين رجلاً مثل خليل الرحمن ، فبهم تسقون وبهم تنصرون ما مات منهم أحد إلا أبدل الله
مكانه آخر
“Yeryüzü, Halilü’r-Rahman Hz. İbrahim gibi kırk kişiden asla boş kalmayacaktır. Onlar sayesinde yağmur yağdırılır ve yardım olunursunuz. Ne zaman onlardan biri vefat etse Allah yerine bir başkasını koyar.”

Tevhid ve iman günü olan mahşerde, arşın açığa çıktığı o günde vasıtayı uzma olan vesilelerin en büyüğü meydana çıkar. O, livaü’l-hamd’ın, makam-ı Mahmud’un ve havz-ı kevser’in sahibi olan, şefaati asla geri çevrilmeyen şefaatçi, ümmetini hüsrana ve üzüntüye düşürmekten sakınan, aldığının karşılığını muhakkak veren, hüsnü zanları boşa çıkarmayan vaatlerin sahibi olan Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.

O gün, tüm insanlar ona yönelecek ve ondan şefaat dileneceklerdir. O -sallallahu aleyhi ve sellem- de, Allah’ın “ey Muhammed! Şefaat et, kabul edilecektir. İste, Sana verilecektir” hitabıyla vücud bulan, ihsan hırkası ve ikram tacı sayesinde ümmetinin isteklerine karşılık verecektir.

 

[Seyyid Alevi el Maliki, Mefahim, s.83-90]

 

Vehhabi imami Useymin’den Allah’a cisim isnadı!!

Plaats een reactie

usaymin cisim
El Useymîn Ibni Teymiyye’ye ait olan « El Wâsitiyya » eserinin serhinde soyle diyor :

« Allâh’in ru’yetullâh’i (cennette Onu görmeyi) inkar edenler için makul delillere gelince, soyle demisler : Eger Allâh kendini gösteriyorsa demek ki bir cisim olmasina mecburdur. Ve cisim Allâh için imkansizdir çünkü bu tesbih ve temsile bulastiriyor.
Onlara reddiye : Eger Allâhi görmek için bir cisim olmasina gerekiyorsa o zaman öyledir, ama kesinlikle mahlukatlarin cisimlerine benzemedigini biliyoruz çünkü Allâh kur’ânda soyle buyuruyor : { Leyse kemislihi sey’un, wa Huwas-semî`u’l-Basîr}

Bu sapığa Ahmed bin Hanbel’den (radiallahu anh) cevap:

1) « إن الأسماء مأخوذة من الشريعة واللغة، وأهل اللغة وضعوا هذا الاسم على ذي طولٍ وعرضٍ وسمكٍ وتركيبٍ وصورةٍ وتأليف والله تعالى خارج عن ذلك كله، فلم يجز أن يسمى جسمًا لخروجه عن معنى الجسمية، ولم يجىء في الشريعة »

Imâm Ebû’l-Fadl Et-Temîmîya ait « i’tikâdu’l Munâbel Ebî ‘Abdillâh Ahmed bin Hanbel, sayfa 45 » kitâb’inda rivayet ettigine göre, imâm Ahmed bin Hanbel Allâh’a cisim verenlere söyle diyerek redd ediyor :
«isimler seriattan ve (arapça) lugattan alinmistir , oysa lugatin uzmanlari cisim kelimesi uzunluk, genislik, kalinlik, bilesim ve resim sunan her seye verildigini belirtiyorlar. Ve Allâh bunlardan münezzehtir. Demek ki Ona cisim vermek yasaktir cünki ondan münezzehtir, ayrica bu ifade Allâh’in isimlerinden oldugunu belirtilmemistir »

http://islamkalesi.wordpress.com/2012/06/24/imam-ahmed-bin-hanbel-allah-cisim-degildir/ ]

2) وقال الإمام أحمد رضي الله عنه :”من قال الله جسم لا كالأجسام كفر” رواه عن الإمام أحمد أبو محمد البغدادي صاحب الخصال من الحنابلة كما رواه عن أبي محمد الحافظ الفقيه الزركشي في كتابه “تشنيف المسامع” المجلد 4 ص 684.

Imâm Ahmed Ibn Hanbel – radiyallâhu `anhu soyle buyurdu : ” kim ki Allâh cisimdir ama cisimler gibi degil derse kâfirdir ” .
[bunu nakleden : imâm Ahmed Ebû Muhammed El-Bagdâdî ‘ el hisâl minel hanâbila ” adli eserinde; imâm El-Hâfiz Ez-Zerkesî ” tesnîfu’l masâmi` ” adli eserinde cilt.4 sayfa 684]

Imam Müslim, imam Buhari’nin ayağını öpmeye izin istiyor!

Plaats een reactie

alin opme

Ahmed bin Hamdal el Kesâr Müslim bin Haccac(rah) yani İmam Müslim(ra)’i İmam Buharî (ra)’nin avlusuna girdiğini gördüğünü söyledi ve girdikten sonra İmam Buharî(ra)’nin alnını öptü, bundan sonra ayağını öpebilmek için izin istedi, ondan sonra dedi ki, Ey öğretmenler öğretmeni,hadisçilerin üstadı ve hadis tahriçlerinde büyük alim”

[El Bidaye ven Nihaye(11/33), Mektebe el Ma’rif, Beirut, Lübnan]

-İmam Zehebi(ra) Kitap: Siyir El Elâm en Nubela, Çıld 3, s. 3343, İmam Buharînin biografisi altında, biografi no:4969, Bait Al Afkaar Ad Dawliya, Lübnan Yıl: 2004

Ayak öpme caiz olmasaydı, Imam Müslim gibi biri bunun yapmak icin izin istemezdi!

Mevlid(Mekke Muftusu Zeyni Dehlan)

Plaats een reactie

zeyni dehlankapak(mevlid) zeyni dehlansayfa(mevlid)
Mekkenin müftüsü, Ahmad ibn Zeyni Dehlan “es siyer en nebeviyye” kitabında, Mevlidi kutlama hakkında bir bölüm yazmıştır :

İnsanların alışkanlığındandır ki, O’nun (peygamber sallallahü aleyhi vesellem) Yüce doğum hikayesini duyunca, O’nu onurlandırmak için ağağıya kalkarlar. Bu hareket Pergamberi sallallahu aleyhi vesellem)övmek için iyi bir harekettir, ve bu nice âlimler tarafından uygulanmıştır. Misal de geçtiği gibi.
eş siyer’da Halebi şöyle dedi : bazılarına göre imam es Subki kendi döneminin çoğu alimleriyle bir araya gelmiştir, bu sırada bir şair Pergamberimizi (sallallahü aleyhi vesellem) öven es sarsarı’nın ezgisini söylemeye başladı.

İmam ee Subki ve orada bulunan bütün insanlar ayağıya kaltı ve huzur verici bir ortam oldu.
Mevlidi kutlamak anmak ve bunun için insanları toplamak iyi bir ameldir,iştir.

Iyi ve kötü bidat!

Plaats een reactie

iyi bidat(teymiyye)

selefî-vehhabiler bütünüyle her şeye bidat deyip hepsini dalalet saymaktadırlar. Her bidat işleyene de kafir-müşrik diye hitap etmektedirler. Iyi bidat yoktur derler lakin iyi bidatın varligini imam Şafii soylemistir ve bunu ibn teymiyye nakledirp SAHIH demistir!
Iyi bidat yoktur,her bidat delalettir diyenler neyapcaklar acaba..

BİDATİN İKİ KISMI VARDIR;

Paylaştığımız bu sayfa, İBN TEYMİYYE’NİN kendi yazdığı kitaptır ve kitabında aynen şöyle demektedir:

” İmam ı Şafii ra buyuruyor: Bidat iki kısımdır:
1. Kuran, Sünnte, İcma ve ya Efendimiz’in sav bazı sahabelerinin sözlerine muhalif olan bidat. Bu bidat dalalet olan bidattir.
2. Bu tür şeriat kaynaklarına ters olmayan bidat. Bu tür bidat güzel bir bidat bile olabilir.
Buna delil: hz Ömer’in ra şu sözüdür:
”Bu ne güzel bir bidattir”
Bu ve bunun gibi sözleri Beyhakî kendi sahih senetleriyle ”el-Medhal” de rivayet etmiştir.”

Kaynak: (Deru tearudil akli ven nakil: 2.cild sayfa 249)

BUNA NE KALIP UYDURACAKLAR BAKALIM.
—————

قال الشافعي رضي الله تعالى عنه: البدعة بدعتان: بدعة خالفت كتاباً أو سنة أو إجماعاً أو أثراً عن بعض أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم، فهذه بدعة ضلالة، وبدعة لم تخالف شيئاً من ذلك، فهذه قد تكون حسنة، لقول عمر: نعمت البدعة هذه. هذا الكلام أو نحوه رواه البيهقي بإسناده الصحيح في المدخل.

Vehhabiler derki şirk, Alimleri derki bidat!!

Plaats een reactie

Ibni Baaz ve tevessül bahsi:

Değerli kardeşlerimiz,Vehhabi akidesinin inanç esaslarini kaynaklariyla birlikte paylaşmağa devam ediyoruz.Şimdi Tevessül eden müslümanlar müşrik diyen vehhabilerin gerçekte kendi akidelerinden habersiz olduklarini senetleriyle göstereceğiz:

Vehhabiler nezdinde itibar gören bir alim… Abdul Aziz bin Abdullah bin Bazz (1330-1420 h/ 1917-1999 m) Tevessül hakkinda verilen soruya cevabinda bu amelin şirk olmadığıni söylüyor ve diyor ki:
أما إذا توسل بجاه النبي صلى الله عليه وسلم وقال: اللهم إني أسألك يا رب بجاه محمد أو بحق محمد; فهذا بدعة عند جمهور أهل العلم، ونقص في الإيمان وضعف، ولا يكون مشركا ولا يكون كافرا بل هو مسلم، لكن يكون هذا نقصا في الإيمان وضعفا في الإيمان مثل بقية المعاصي والبدع التي لا تخرج من الدين؛ لأن الدعاء ووسائل الدعاء توقيفية، ولم يرد في الشرع ما يدل على أن التوسل بجاه النبي صلى الله عليه وسلم من الوسائل الشرعية، بل هذا مما أحدثه الناس.فالقول بالتوسل بجاه النبي صلى الله عليه وسلم، أو بجاه الأنبياء، أو بحق النبي، أو بحق الأنبياء، أو بجاه فلان أو بجاه علي، أو بجاه أهل البيت، كل هذا من البدع، والواجب ترك ذلك لكن ليس بشرك، وإنما هو من وسائل الشرك وليس بشرك، ولا يكون صاحبه مشركا، بل هو مسلم ولكن أتى ببدعة تنقص الإيمان وتضعف الإيمان عند جمهور أهل العلم، لأن الوسائل في الدعاء توقيفية، فالمسلم يتوسل بأسماء الله وصفاته، كما قال الله عز وجل: وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا الأعراف: 180

“Nəbinin – sallallahu aleyhi ve sellemin- hürmetiyle tevessül edib böyle derse: “Allahım, Ya Rabbim senden Muhammedin hürmetiyle ve ya hakki için istiyorum”… İlim ehlinin cumhuru katinda bu BİDATTİR, imanda bir noksan ve zayifliktir.
Bu AMELLE MÜŞRİK VE KAFİR OLMAZ! aksine o Müslümandir. Ama bu imanda bir noksan, imanda bir zayifliktir… Dinden cikarmayan günah ve bidat kalıntısı gibi.
Çünki, dua ve dua vesileleri nassa dayalıdır. Nebinin – sallallahu aleyhi ve sellem – hürmetiyle tevessülün şeri vesilelerle olduğuna dalalet eden bir şey şeriatda mevcut olmamışdır. Aksine, bu insanların çıkardığı bir şeydir.
Nebinin – sallallahu aleyhi ve sellem – hürmetiyle ve ya Nebilərin hürmetiyle ve ya Nebinin hakkı ile ve ya Nebilərin hakkıyla ve ya falan adamın hürmetiyle, Alinin hümetiyle ve ya Ehli Beytin hürmetiyle (radiyallahu anhum) tevessül etmek hakda görüş bütün bunların BİDATLARDAN olmasıdır.
Vacib olan bunun terk edilmesidir. Lakin, BU ŞİRK DEĞİL! Bu sadece şirk vesilelerindendir, şirk deyildir. BU AMELİN SAHİBİ MÜŞRİK OLMAZ! aksine o MÜSLÜMANDİR. Lakin, o cumhur alimlere görə imanı noksanlndiran ve zayiflardan bir bidat etmişdir. Çünki, duadakı vesileler nassa dayalıdır. Müslüman, Allahın – Azze ve Celle – ayesində olduğu gibi, Yüce Allahın isimleri ve sifatlariyla tevessül eder: “En güzəl isimler Allahındır, Ona bunlarla dua edin.” (El Araf: 7/180)”
Kaynak: Abdul Aziz bin Baz: Fətava Nurun Ala ed Derb: 1/323/

http://www.binbaz.org.sa/mat/168 bu siteden okuyabilirsiniz

Gördüğümüz gibi, İbn Bazz açık şekilde bu amelin şirk olmadığını söylüyor. Öyle ise kendilerini selefiyye nispet eden ve bu ameli şirk sayanların hali nedir? Heva ve hevese köle olmaktan Allaha sığınırız.

İbn Bazin “cuhmur alimler katinda bu amel bidatdir” sözüne gelince… Bu söz hakikate uygun deyil ve ilim ehlinden bu meselede fikir beyan edenlerin cumhuruna göre bu amel caiz və güzeldir. Bu konu hakkinda ise sayfamizda yeterince deliller sunduk zamanlada eklemeler olacak biiznillah

Older Entries