Ümmetimin ihtilafı rahmettir!

Plaats een reactie

Dinimiz birlik ve beraberlik dini olduğu, her fırsatta birlik ve beraberliği muhafaza etmemiz emredildiği, bir ayet-i kerimede,”İhtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılr, kuvvetiniz de elden gider[1] buyurduğu halde, ümmetin ihtilafı rahmet olması, birlik ve beraberliği emreden ayet ve hadislere zıt değilmidir??

Zıt değildir çünki ayrılığa düşmemenin emredildiği makamla, ihtilafta rahmetin olduğu makam birbirinden tamamen farklıdır. Hadisteki ihtilaf, yapıcı ihtilaftır. Yani herbiri kendi fikrinin yayılmasına çalışır. Başkasının tahribine ve ortadan kalkmasına değil. Belki tamamlanmasına ve yanlışları varsa düzeltilmesine çalışır. İşte hadiste kendisinde rahmet olduğu söylenilen ihtilaf budur. Ayrı düşenlerin birbirine düşmanca tavır içine girmesi, birbirini tahrip etmeye çalışması ise İslamiyette reddedilmiştir. Çünki birbiriyle mücadele edenler müsbet haraket edemezler[2]

Gerçekten de mezhep imamlarının hayatına baktığımızda, birbirlerinin tahribine değil, tamirine çalıştıklarını, hatta buna ters düşen teklifleri reddettiklerini görürüz.

Mesela Harunürreşid, İmam Malik hazretlerinin eseri olan el-Muvatta kitabını Kabe-i Muazzama’ya astırıp bütün müminleri onun gereğince amel etmeye mecbur etmek isteyince İmam Malik buna rıza göstermemiş ve, “Ey müminlerin emiri, bunu emretmeyin. Çünki Resulullah’ın ashabı bazı fürûlarda ihtilaf ederek memleketlere, beldelere dağılmışlardır”demiştir. Büyük alimlerin ihtilaf etmesi ise Allah tarafından şu ümmete verilmiş büyük bir rahmettir. Her biri, kendi yanında sabit olan delil ile amel ettiğinden doğruluktan pay almış ve hidayet nuruna kavuşmuşlardır.[3]

Bunun böyle olduğu ,yani başkasın tahribine ve ortadan kalkmasına çalışılmadığı, alimlerin sözlerinde de açıkça ortadadır. Bir kaç missal verecek olursak:

İmam Mazeri diyorki: Fürû meseleleri hakkında her iki tarafın da hak üzere olduğu görüşünü bir çok fıkıhçi ve kelamcı tercih etmiştir ve bu dört mezhep imamından da rivayet edilmiştir. Her müctehidin ecir kazanmış olduğu hakkındaki hadisi şeriflede bu iddiaya delil getirilir. Çünki isabet olmasaydı hiç ecir olmaması gerekirdi….

Kadı İyaz hazretleri Sıfâ’sında, “bizim katımızda hak ve doğru olan, bütün büyük müctehidlerin isabet ettikleri hükümdür”diyor. Cem’u’l-Cevamı adlı eserin sahibi, “Kelam alimleride buna katılmışlardır ve bizler inanırız ki Ebu Hanife, Malik,Şafii, Ahmed b. Hanbel hazretleriyle Sufyan b. Üyeyne, Sufyan-ı Sevri, Evzai, Muhammed b. Cerir ve diğer imamların hepsi tam manasıyla hidayet üzeriydiler. Her biri hakkında düşmanları tarafından bugz ve hasetle birtakım sözler söylenmişse de bu sözlere asla iltifat edilmemiştir. Çünki bu faziletli büyük kimselerin nail olduğu ledunni ilimler, rabbani faziletler ve dini gayretlerinden gelen yüceliklerin kendilerine kazandırmış olduğu şanlı büyüklük idrakın alabileceği şeylerden değildir. Bunların yüksek derecesinin yüzde birini bile elde etmek sonradan gelenlere mümkün olmamıştır” diyor.[4]

[1] Enfal suresi,46
[2] Uhuvvet Risalesi,26-27
[3] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 57
[4] Ibn Hacer el Heytemi,Fıkhın Sultanı, sayfa 59-60

El Maliki(ra) Mezhebe tabii olmanin vacipliği!!

Plaats een reactie

İBNİ ALİŞ EL MALİKİ(R.A) VE MEZHEPE TABİİ OLMANİN VACİPLİYİ MESELESİ…!

Hamd Allaha Salat ve Selam Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve Şerefli sahabilerine(r.a) olsun..

Maliki alimlerinden İbn Aliş (1217-1299 h/1802-1882 m) müctehid olmayan kimseye taklidin vacibliyi hakkında diyor ki:

وقد أجمعَ أهلُ السنةِ على وجوبِ التقليدِ على مَن ليس فيه أهليةُ الاجتهادِ حسْبما في الدِّيباجِ للإمامِ ابنِ فَرْحُونٍ رحِمه الله تعالى وعُمْدةِ المريدِ للشيخِ اللَّقَاني وغيرهِما , وشاعَ ذلك حتى صارَ معلومًا مِن الدينِ بالضرورةِ

“Ehli Sünnet icma etmişdir: İctihad ehliyyetine sahip olmayan şahsin taklid etmesi vacibdir! İmam İbn Farhunun – Yüce Allah ona rahmet etsin – “Ed Dibec”, Şeyh El Lekaninin “Umdetul Murid” ve diğerlerinin eserlerinde böyle denmiştir.
Bu görüş o kadar meşhurlaşdi ki, “dinden bilinmesi kaçinilmaz olan şeyler” kategorisine dahil oldu.”

Kaynak: İbn Aliş: Fethul Aliyyil Malik fil Fetva ala Mezhebil İmam Malik: cilt 1/ sayfa 91

Ibn Abdülvehhab: Ben Hanbeli mezhebine tabiiyim!!

Plaats een reactie

MUHAMMED BİN ABDÜLVEHHAB:”BEN İMAM AHMEDİN(R.A) MEZHEBİNE TABİİYİM,MEZHEBE UYMADIĞIM VE MÜCTEHİD OLDUĞUMU SÖYLEMEM YÖNÜNDEKİ İDDİALAR İFTİRADİR”…!

Hamd Allaha Salat ve Selam Resulune(s.a.s),Ehli Beytine(a.s) ve Şerefli sahabilerine(r.a) olsun..

Sevgili kardeşlerimiz,Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Bin Abdülvehhab Bir mezhepe bağlanmayi doğru bulmayan devamçilarina kendisinin bir mezhepe bağli olduğunu ve müctehidlik iddiasinda olmadiği hakkindaki şu gerçekleri yüzlerine çarpar.

Hiç kimseye sirr değil ki, Muhammed bin Abdil Vehhaba uyduklarını söyleyenlein bir çoğu israrla taklidi redd etmekteler ve kendilerini ictihad edecek makamda görerek Ayet ve Hadislerden mustakil süretde ahkamlar çikariyorlar.
İlginçdir ki,onların imamı ictihad iddia edirdimi? Yoksa kendisini İmam Ahmedin mezhebine tabii bir mukallidmi sayiyordu?
Muhammed bin Abdil Vehhab(1115-1206 h/1703-1792 m) düşmanlarinin ona atdığı “iftiralardan” konuşurken diyor ki:

فنحنُ وللهِ الحمدُ متَّبِعون غيرُ مُبتدِعين على مذهبِ الإمامِ أحمدَ بنِ حنبلٍ , وحتى مِن البُهتانِ الذي أشاعَ الأعداءُ إنَّي أدَّعي الاجتهادَ ولا أتَّبعُ الأئمةَ

“Bizler Allaha hamd olsun ki, yenilik çıkaranlar değil, aksine İmam Ahmed bin Hanbelin(r.a) mezhebine tabii olanlariz!
Hatta düşmanlarin yaydığı iftiralardan biri de şudur ki, guya ben müctehid olduğumu iddia ediyorum ve imamlara tabii olmuyorum.”

Kaynak: Muhammed bin Abdil Vehhab: Er Resailuş Şahsiyye: sayfa 21

Bir kimsenin, müçtehid derecesine vasıl olabilmssi için gereken vasıflar!

Plaats een reactie

Bir kimsenin, müçtehid derecesine vasıl olabilmssi için şu vasıflara sahip olması gerekir:

1. Kur’an’a ait bilgileri, Kur’an’m bütün mâ­nâlarım ve vecihlerini bilmelidir. Kur’an’m ahkâ­ma taallûk eden âyetlerinin lügat ve ıstılah mâ­nâlarını bilmelidir, Kitab’ın hâs-âmm mücmel-müfesser, nasih-mensuh, hakikat – mecaz, sarih – ki­naye, zahir, nass ve muhkem gibi bütün kısımla­rını bilmelidir.

2. Hadis ilmini tamamen bilmek. Ahkâma ta­allûk eden hadislerin tevatür, meşhur ve âhad yol­larını; hadislerin metinlerini; bizlere ne suretle rivayet edildiğini; mânâlarının vecihlerini yani lügat ve ıstılah mânâlarını; Kitap’la müşterek elan har., âmra, mücmel, müteşabih; bütün kısım­ları lâyıkıyla bilmelidir.

3. Müçtehid, icmâ’ın varid olduğu yerleri bil­melidir ki, icmâa muhalif içtihadda bulunmasın.

4. Kıyas’m şartlarıyla, hükümleriyle ve kısımlarıyla vecihlerini, makbul veya merdut olan şekillerini, «Usûl» ilminde olduğu gibi bilmelidir.

İçtihadın şartları yukanda sayılanlardan iba­ret olmakla baraber, İslâm âleminde umum tara­fından kabul olunmuş ve yaşayan dört Ehl-i Sunnet Mezhebi’nden başka mezhep tesis olunmamış­tır. İslâm âlimleri, yeni mezhepler kurmak yerine, yaşayan dört Ehî-i Sünnet Mezhebi’nden birine ilntisap etmişler ve halkı da bunlardan birini tak­lide çağırmışlardır. Ayrıca mezhepleri birbirine eklemenin de yanlış olduğunu beyan ederek sa­kınmaya davat etmişlerdir.

Müçtehid derecesinde olmayan insanlar ise, bir müçtehidi taklid ederler. Çünkü, halkın vazi­fesi müçtehidlerin sözü ile amel etmektir; kitap, sünnet vs sahabenin sözleriyle değil. Zira halk, ki­tabın ve sünnetin delâlet ettikleri mânâları, hü­kümleri, nâsih ve mensuh gibi meseleleri anlaya­maz.
Müçtehidler, bunları halktan daha güzel an­lar ve hüküm olarak çıkarırlar.

Bu hususta «Müç­tehid, bu âyeti veya hadisi görmemiş olabilir» şek­linde bir söz de söylenemez. Çünkü bir kimse âyet ve hadisleri, sahabenin sözlerini bilmiyorsa, zaten müçtehid değildir.

Buradan çıkan netice şudur ki; bir mesebde, müçtehidin içtihadı ve fakihin fetvası; o hususta­ki bütün nass’ları bilmesine imkân olmayan halk için, nassa, yani âyet, hadis ve sahabe sözüne ter­cih edilir.

[Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid]

Hadîs sahîh olduğunda işte o benim mezhebimdir sözü izahı!

Plaats een reactie

Hâfız ve Fakîh İmâm Nevevî şöyle demiştir:

Bize imâmlar İmâmı Ebû Bekr b. İshâk b. Huzeyme’den -ki O, hadîs ezberi ve Sünnet bilmek hususunda yüksek bir rütbedeydi- şöyle bir rivâyet geldi:

Ona, Şafiî’nin, kitâblarına koymadığı sahîh bir sünnet var mıdır?diye soruldu da, O, hayır, yoktur, dedi. Buna rağmen, -(her şeyi) kuşatmak beşere imkânsız olduğundan- Şâfi’î (rh), kendinden değişik şekillerle sâbit olan Sahîh hadîsle amel edilmesi ve açık olan sâbit nassa muhâlif sözünün terk edilmesi, şeklindeki sözünü söyledi: Arkadaşlarımız (rhm) Şafiî’nin vasiyyetine uyup birçok meşhûr meselede onunla amel ettiler…. Ancak, bunun, bu zamanlarda az kişinin üzerinde bulunan bir şartı vardır. Ben bunu Şerh-i Muhezzeb’in mukaddimesinde îzâh ettim.[1]
İmâm Nevevî, “Muhezzeb”in şerhi olan “el-Mecmû’”un Mukaddimesinde[2] bu şartı açıkladı ve şöyle dedi:

Şâfi’î’nin dediği bu söz, her sahîh hadîs gören kimse, bu Şâfi’î’nin mezhebidirdiyecek ve o hadîsin görünürdeki ma’nâsıyla amel edecek, demek değildir. Bu, ancak mezhebde ictihâd rütbesi olan kimse hakkındadır. Nasıl olduğu geçmişte anlatıldığı, veya ona yakın bir şekilde olarak. Şartı da, galip zannıyla, Şâfi’î’nin (rh) bu hadîse vâkıf olmaması, veya, sahîh olduğunu bilmemesidir. Bu da ancak, Şâfi’î’nin bütün kitâblarını ve ondan alan talebelerinin benzeri kitâbları ve onlara benzeyenleri mutâlâadan sonra olur. Bu, az kişinin üzerinde bulunan zor bir şarttır….

Ebû Amr (Hâfız İbn-i Salâh rh.) söyle dedi.
İmâm Şâfi’î’nin dediği sözün zâhiri ile amel etmek öyle kolay değildir. Her fakîhe hüccet gördüğü hadîsle müstakil olarak amel etmesi câiz değildir

———

[1]-(Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-lügât: 1/51).
[2]-(1/104-105)

Ebu Ya’la’nin Hanbeli taifesinin üzerine sıçması!!

Plaats een reactie


Hafiz Ibnü’l Esir’in < El-Kamil> adli eserinin Hicri 429 yılında vaki olan hadisler bahsindeki açıklaması:
Bu tarihde Ebu Ya’la(yukardaki ikinci cümledeki geçen alim)’nin kitabında Allahın sıfatlarından bahsederken kendisinin, Allah’ın cisim olduğunu itikat ettiği anlaşıldığı için, Bağdat alimleri onu inkar ettiler. Zahid olan Ebu’l-Hasanu’l-Kazvini, Bağdat’taki Mansur camii’ne gelerek bu kitabın konusu hakkında bir açıklama yaptı. Allah, zalimlerin uydurdukları sözlerinden çok uzaktır.

Hicri 458 yılında, vaki olan hadiseler bahsinde bu hususta şöyle der:

Ebu Ya’la oldu. O, Allah’ın sıfatları hakkında <Kitabu’s-Sıfat> adli kitabı telif etmiş; içine acayib görüşler almıştı. Kitabın çeşitli bablarında yaptığı tertib(ve açıklamalar) tecsime(Allah’a) cisim isnat etmesine) delalet ederki, Allah, dediği o sözlerden uzaktır.

İbn Temimi el-Hanbeli, der ki:

-Ebu Ya’la el-Ferra, Hanbeli taifesinin üzerine öyle bir sıçmış ki onu şu bile temizliyemez!

[Ebu Hamid bin Merzuk,Bera’atü’l-Eş’ariyyin,sh.42]

Herkes kendi görevini yapmali!!

Plaats een reactie

HAK GELDİ BATIL YOK OLDU, BATIL YOK OLMAYA MAHKUMDUR…
HARİCİLER HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ BU ZAMANIMIZDA DA FİTNE VE FESADA DEVAM ETMEKTEDİRLER. ABDULLAH BİN UBEY BİN SELUL HAYATI BOYUNCA MUNAFIKLIK PEŞİNDEYDİ, BİR AN BİLE MUNAFIKLIĞINI BIRAKMADI.

Mü’min kardeşlerim;
Herkes kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Efendimiz sav yere bir çizgi çizdi ve bu benim çizgimdir benim yolumdur, etrafına da sağa sola sapan çizgiler çizdi ve bunlar da bu çizginin dışına çıkanlardır diye buyurdu.
Hariciler; adları zaten apaçık onların kişilik ve görüşlerinin haricul hat (çizginin dışına çıkanlar) olarak ortaya koyuyor.
Bunlar akaid alanında olsun fıkıh alanında olsun her zaman kendilerini alim allame zannedip güya doğru yol budur dercesine RESULULLAH’I sav bile yalanlamış oldular.

Bunlar BİDAT ehli insanlardır. Kendilerinin dışındakileri de kafir ve bidatçı olarak kabul ederler. Nasları güya kendi kafalarına göre güya sahih budur deyip HİÇBİR ALİM’E itibar etmezler. Sadece kendi mezhebindeki alimlere itibar ederler, zaten mezheb alimleri de bişey bilmedikleri için 4 mezhebin görüşünden bize göre sahih olanı alırız derler.
Bakalım sahih olanını bilince de bununla amel edebilirler mi?
TAKLİD ETMEDEN YAPABİLECEKLER Mİ ?
CEVAP:
Tarihe bi göz gezdirelim; HERKES KENDİ GÖREVİNİ YAPAR.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : إِذَا ضُيِّعَتِ الأَمَانَةُ فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ قَالَ كَيْفَ إِضَاعَتُهَا يَا رَسُولَ اللهِ قَالَ إِذَا أُسْنِدَ الأَمْرُ إِلَى غَيْرِ أَهْلِهِ فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ.
Efendimiz sav: “Emanet zayi olduğu zaman kıyameti bekleyin! …
dedi ki: emanet nasıl zayi olur? buyurdu ki: “İş, ehli olmayan kimselere verilince emanet zayi edilmiş olur; işte o zaman kıyameti bekleyin”. (buhari/ ilim/ 2)
Demek ki kardeşlerim herkes kendi görevini yapacak, alim ilimle cahil alimin sözü ile…
Şimdi asıl konuya bakalım HÜKÜM ÇIKARMA İŞİ KİMİN İŞİ ?
HÜKÜM ÇIKARMAK FAKİHLERİN İŞİDİR, FAKİHLERDEN KASIT MÜCTEHİD ALİMLERDİR, müctehid alimler ”MUTLAK MÜCTEHİD, MÜCTEHİDUN FİL MEZHEB, MUCTEHİDUN FİL MESAİL vs”

Bu yüzden FAKİH; mufessir, muhaddis ve mutekellimlerden (kelam alimleri) görüşleri toplar ve HÜKMÜ KOYAR.

Ne mufessir ne muhaddis ne de mutekellim hüküm ile uğraşmazlar. MUFESSİRLER: ayet i kerimenin manalarını ve delaletlerini, nasih mensuhunu, nuzul sebebini vs dile getirirler ve onları FAKİHİN önüne koyarlar.
MUHADDİSLER: hadis i şerifleri sahih zayıf vs sıfatları ile toplarlar ve FAKİHİN önüne koyarlar.
MUTEKELLİMLER: akaidi kuralları dile getirir ve; bu amel küfrü gerektirir, şu amel bidatliği, o amel fasıklığı. Bilgileri FAKİHE sunarlar.

SONUÇ:
FAKİH (MÜCTEHİD): önce bir usul koyar ve; ayete, hadise ve akaide göre HÜKÜM verir.
o zaman bu hükümler öyle kafadan verilmiyor ya da bir hadis buldum evet sahihmiş o zaman hemen şu adama kafir diyebilirim, müşrik diyebilir demez….! bütün bu kurallar ÜMMETİN alimleri tarafından verilmiştir.
MUFESSİRLER: Kaç mufessir var? bunlardan kaçı hüküm belirtip ictihad etti?
MUHADDİSLER: en basiti İMAM I BUHARİ’NİN sahih kitabında 480 tane muhaddis var, İMAM I MÜSLİM’İN sahihinde 620 muhaddis var. Eğer araştırırsak ALLAH bilir belki binlerce MUHADDİS var ama hangisi hüküm verdi? bilmiyorlar mıydı??? hayır kesinlikle sahih olan hadisleri biliyorlardı ama onlardan sadece parmak sayısınca MUHADDİS hüküm verdi, o da bize delil olamaz çünkü onların FAKİHLİĞİ DE VARDI.
MUTEKELLİM: ka. mutekellim tenıyorsunuz ? onlardan da göz gezdirin hangileri ictihad ettiler???

BİR DAHA YUKARIDAKİ BİLGİLERE BAKALIM, TEKRAR TEKRAR OKUYALIM. BİZ BU KISIMLARDAN HANGİSİNDEYİZ???
CEVAP: HİÇBİRİ NE MUFESSİRİZ (AYET NEDİR BİLMİYORUZ DAHA ARAPÇA BİLE BİLMİYORUZ). NE MUHADDİSİZ (1 HADİS BULMAKLA OLMUYOR), NE MUTEKELLİMİZ (DAHA KELAM İLMİNİN MEBADİ VE MEKASIDLARINI BİLE BİLMİYORUZ, İLK KURALI OLAN AHKAM I AKLİYİ BİLE BİLMİYORUZ)
DİKKAT!!!
EĞER AYETLERİ, HADİSLERİ VE AKAİDİ KURALLARI OLDU DA BİR SİTEDE İNTERNETTE GEZERKEN AZ BİRAZ ÖĞRENDİK ! O ZAMAN SEN FAKİH DEĞİLSİN Kİ HÜKÜM VERECEKSİN???

KARDEŞLERİM; HARİCİLİK KİMSEYE FAYDA VERMEMİŞTİR. İBN UBEY BİN SELUL’ÜN (YUKARIDA DA DEĞİNDİĞİMİZ GİBİ MUNAFIKLARIN BAŞI) SONU GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE ÖLDÜ GİTTİ, ALLAH U TEALA: RESULÜNÜ SAV ONLARA MAĞFİRET DİLEMEKTEN DE NEHYETTİ, ONLARIN NAMAZINI DA KILMA ONLARA İSTİĞFAR (AF) DA DİLEME. DİYE EMRETTİ…!
اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
”Onlar için mağfiret dile veya onlar için mağfiret dileme. Eğer yetmiş kere mağfiret dilesen de Allah, onları asla mağfiret etmez. İşte bu, Allah’ı ve O’nun Resûl’ünü inkâr etmeleri sebebiyledir. Ve Allah, fasık kavmi hidayete erdirmez.” (TEVBE: 80)

O ZAMAN GÜZEL KARDEŞLERİM BİZ NEYİN DAVASINI YAPIYORUZ ?
İKİ AYET OKUDUK DİYE ALİM Mİ OLDUK?
BİZ EN İYİSİ BİR İNSAN ŞEKLİ GİBİ TASAVVUR EDERSEK İSLAMI; HERKES BİR YERDE HÜCRE OLUR.
EĞER AYAK HÜCRESİ KALKIP DESE Kİ: ”BEN BEYİN HÜCRESİ OLACAM”. AYAK TUTMAZ, İSLAM YIKILIR…!

KAFİRLERİN BÖL PARÇALA ->YE<- PROPAGANDALARINA ALET OLMUŞ OLURUZ. HARİCİLER HİÇBİR ZAMAN İSLAMA YARAR VERMEDİLER , KULLUHU ZARAR OLDU.

KENDİ NEFSİMİZE EZİYET ETMEYELİM. ÜSTÜMÜZE DÜŞEN; HÜKÜM VERİP İNSANLARI TEKFİR ETMEK DEĞİL, SALİH AMEL İŞLEYİP ALLAH U TEALA’YA KUL OLMAKTIR….

ALLAH U TEALA HAKKI HAK GÖSTERİP İNTİSAB, BATILI BATIL GÖSTERİP İCTİNAB ETMEYİ NASİP BUYURSUN..

Bi Asker kardesimiz anlatiyor:(münazara)!

Plaats een reactie

askerde kendi aralarında sapık fikirler yürüten vehhabi askerlere kulak misafiri olur ve sonunda tahammül edemeyip aralarına karışır ve yine askeri sistemden bir örnekler güzel bir cevap verir.

Askerlik yaptığım şu sıralarda, daha acemi birliğinde iken MEZHEPSİZ zihniyetli, vehhabi taraftarı birkaç kişi ile çeşitli münazaralarım olmuştu.. Büyükler “kişi bilmediğinin düşmanıdır” derler.. Onlar der de, söz doğru olmaz mı..

Eserleri okumadan, kulaktan duyma bilgilerle kesilen ahkamlar.. Örneğin, İbni Teymiyye isimli habis insanın İbn-i Arabi Hazretlerine “kafir” dediğini bilirdim, okumuştum, ama bir müslümanın bu sapığa uyup büyüklere bu derece dil uzatabileceği pek aklıma yatmazdı..

Acemi birliğinde bulunan bazı vehhabilerin, daha tanımadan etmeden bu büyüklere dil uzattıklarını ve bilmedikleri halde sınıflandırdıklarını görünce cehaletin ne kadar fena birşey olduğunu anladım.. İbn-i Arabi (k.s.) Hazretleri (haşa) kafirmiş.. İmam-ı Gazali az biraz iyiymiş.. İmam-ı Rabbani Hazretleri iyi ve büyük alimmiş.. Biz Şeyh-i Ekber dediğimiz için, biz de kafir oluyormuşuz..

Bu saydığım zevatın kaç kitabını okudunuz sorusuna verilen cevap koccaman bir “hiç” şeklinde.. O halde çok büyük alim olduğu kabul edilen İmam-ı Rabbani Hazretlerinin bile, İbn-i Arabi Hazretlerine Şeyh-i Ekber dediğini cahil nereden bilecek?

İlk sorduğumda şafii olduklarını belirtip, sonra güneşin dünyaua olan açısına göre mezhep değiştiren, kah hanbeli, kah hanefi olan insanlar..

Ve yine kesilen ahkam.. Neymiş? SAHİH olan hadislere uyulur, alimlere uyulmazmış.. Fıkh kitaplarına uymak yanlışmış..

UFAK MÜNAZARA

İşte böyle bir vaaz esnasında girmiştim salona.. Orada bulunan türklere, sahih hadise uymanın önemini anlatıp, fıkh kitaplarına uymanın yanlış olduğunu açıklıyordu vatandaş.. Zayıf hadislere itibarın fenalığını anlatıyordu.. Biraz kulak müsafiri oldum.. Sonra şöyle dedim:

– Yani fıkh kitabında yazan ile, sahih hadiste yazan birbirine uymazsa, biz sahih hadise uyacağız öyle mi?

– Tabii.. Resulullah’ın sahih hadisine uyulur, alimlerin sözünün kıymeti yoktur.. Onlar dinde ahkam kesemez..

– İyi de sahih hadisi nereden bileceğiz?

– Sen Kütübi Sitteyi, Buhari’yi bilir misin?

– Duydum..

– İşte onda hep hadisler sahihtir..

– Müslim de var..

– Evet o da hep sahih..

– Ama Buhari’nin bazı hadisleri, Müslim’e göre sahih değildir.. Veya tam tersidir.. Veya aynı kitapta birbirine zıt hüküm içeren iki ayrı hadis bulunur..

– Olmaz öyle şey..

– Bilmediğin için olmaz diyorsun.. Sana bir soru soracağım, madem fıkh kitaplarında bazen sahih hadis terkedilip, zayıf hadis ile amel edilmiş ve bu sana göre yanlış.. Buyur bir misal ile ele alalım..

– Buyur..

– Şu salonda kaç kişiyiz.. 50 kişi varız.. Şimdi kapı açılsa ve komutan “SOYUNUN” diye emir verse.. Hepimiz soyunur bekleriz.. Bu emri toplam 50 kişi duymuştur.. Komutan kapıyı kapattı gitti.. Diğer kapı açıldı ve doktor 45 kişiyi muayenehaneye aldı.. Salonda 5 kişi kaldı.. Komutan o ara yine geldi ve “GİYİNİN” emrini verdi.. Şimdi bizim bölük olarak çıplak mı gezmemiz gerekir, yoksa üstümüzü giyinip gezmemiz mi?

– Giyinmemiz gerekir, zira emir var..

– İyi de bu emri 5 kişi duydu, 45 kişi soyunun emrine uydu.. Şimdi teker teker bizim binaya gitsek ve ordan sorsalar.. Komutan ne dedi deseler.. 50 kişi SOYUNUN dedi diyecek, 5 kişi TEKRAR GİYİNİN dedi diyecek.. 50 kişinin haberi, 5 kişinin haberinden hem kuvvetli ve hem de sahih değilmidir?

– Öyledir ama, komutan emir vermiştir.. Herkesi kapsar..

– Resulullah Efendimiz (s.a.v.) bir emri neshettiği vakit, bu da herkesi kapsamaz mı? Bu durumda bazen ZAYIF haberin, SAHİH haberi neshetmesi mümkün olmaz mı?

– ….

– Buna nasih-mensuh ilmi derler.. Detayı çoktur, ancak bu ilimleri okumadan sırf hadis bilgisi ile ahkam kesilmez.. Sonra içkiyi içip namaza yaklaşmamaya da cevaz çıkar..

– Olur mu yav, içki haramdır..

– Ayette içki içmenin caiz, bu halde iken namaza yaklaşmanın yasak olduğu yazıyor..

– Sonra ama haram olduğu bildirilmiş..

– Neden sonrasına bakıyorsun? Ayet ayet ilerleyelim, her ayetin kendi hükmünü alalım..

– Olur mu öyle şey? Toplamına bakmak lazım..

– Bak ayetlerde bunu düşünüyorsun da, hadislerde neden düşünmüyorsun? Sahih bir hadis görürsem uyarım hemen diyorsun.. Hiç demiyorsun ki, acaba bundan başka bir hadis var mıdır konu ile alakalı.. Acaba bu hükm değişmiş midir.. Senin SAHİH HADİSE UYARIM demen, sapık insanın İÇKİYİ İÇERİM, NAMAZA YAKLAŞMAM demesinden farksız.. At gözlüğü ve cehalet ile ilerlemekten ibaret.. Ayeti kerimede bilmediklerimizi alimlerden sormamız emredildi.. Bir insanın doktora başvurmadan eczaneden hap alması tehlikelidir.. Muhaddisler eczanede satış elemanı gibidir, fakihler olmadan o ilacları kullanamaz ve veremezler.. Bu hususta İbni Haceri Mekki hazretlerinin Ameş’ten rivayeti vardır.. Fıkh kitaplarında her hüküm delilleri ile vesikalandırılmış, hangi haberin fıkhi olarak ne manaya geldiği bildirilmiştir.. Sahih hadis demek, (mutlak manada) kendisi ile amel edilen hadis demek değildir; sahih hadis demek, aktaran muhaddis imamın usulüne göre ravi silsilesi sağlam hadis demektir.. Umummu hususmu, nasih mi mensuh mu olduğuna bakılmadan.. Yoksa neshedilmiş bir hadis, isterse muttefekun aleyh olsun, yine amel zincirine eklenmez.. Hz. Zübeyr’e ipek giyme izni verildi.. Hususi olan bu izin ümmet için delil olmaz.. Hz. Arfece’ye altın burun izni verildi, bu da delil olmaz.. Haberin sıhhati başkadır, amel edilebilirliği başkadır.. Bunu da alimler ancak açıklar..

– ……… ( karsi taraftan cevap yok)

Mezhebin gerekliliği!!(2)

Plaats een reactie

Mezhebsizlerin özelliklerinden hatırımıza gelenlerden bazılarını sıralayıp, onları tanımaya devam edelim. Bunlar “Mezheb taassubu” tabirini çok kullanırlar. (AŞAĞIDA ARAPÇA YORUM YAPMIŞ KARDEŞİMİZ DE AYNI ÖZELLİĞİ İLE BU ÇALIŞMAMIZI DESTEKLER NİTELİKTEDİR)
“İçtihad kapısı açık” diyerek, yanlış görüşlerini içtihad gibi takdim ederler.
Mezhebleri birleştirmeye kalkıp, hangi mezhebteki hüküm akıllarına yatarsa onunla amel etmeye çalışırlar.
“Peygamberden, evliyâdan yardım istemek şirktir” derler, tevessülü inkâr ederler. Şefaati kabul etmezler. “Ölüye kurân fayda vermez” derler. Kabir suâlini, kabir azâbını inkâr ederler. “Kuran bize yeter” diyerek, Sünneti bile yeri geldiğinde mezhebsizlik kaidesini takviye amaçlı olarak kabul etmezler.
Bir kısmı Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in mîrâcını, bir kısmı da mûcizeleri ve kerâmeti inkâr ederken, diğer bir kısmı ise Ashâb-ı Kirâm’ın çoğunu kötüleyip, sebbeder (söğer)ler. “Cennete girmek için Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e inanmak şart değil” diyerek, Hıristiyan ve Yahudiler’in de Cennete gireceği iddiasında bulunurlar. İşlerine gelmeyen birçok Hadîs-i Şerife, uydurma damgasını vururlar.
Asırladır tüm İslam âleminde kitapları okutulan, fetvâları kabul gören ve Müslümanların daima baştâcı ettiği mezheb imamları başta olmak üzere, pek çok hakîki İslâm âliminin aleyhinde fütursuzca konuşurlar.

Rabbim i’tikatlarımızı muhafaza buyursun, bu tehlikeli tâifenin şerrinden cümlemizi emin eylesin.
Meseleyi anlatırken buna genel olarak “mezhebsizlik” diyoruz, ama aslında “Mezhebsizlik” diye bir şey yoktur. Zira mevcut mezheblerden herhangi birini kabul etmeyenlerin dahi bir mezhebleri olmak zorundadır. Bu, ya yeni bir mezhebtir, ya da mevcut mezheblerin içtihadlarından toplanmış karma bir oluşumdur. İşte bizim burada ağırlıklı olarak bahsettiğimiz “Mezhebsizlik” budur. Hem hiç bir mezhebi tanımayıp, hem de mezheblerin hükümleri arasından birtakım hükümleri alarak, karmakarışık bir mezheb oluşturmaktır. Buna da “telfik” denir ki, telfîk ittifakla bâtıldır.

Peki TELFİK nedir?
İki veya daha fazla mezhebin birbirine zıt olan hükümlerini, belli bir hâdisede bir araya toplayarak, yeni bir uygulama şekli ortaya koymaktır.
Bu duruma Dinî nikâh akdinden misal verecek olursak: Hanefî mezhebinde, bir kadının nikâh akdinin sahih olması için velisinin izni şart değildir. Ama diğer mezheblerde velinin izni şarttır. Malikî mezhebinde, şahitlerin nikah akdinde hazır olmaları şart değildir. Fakat diğer mezheblerde şarttır. Mehir konusu ise; Şafiî ve Hanefî mezhebinde nikah akdi yapılırken mehrin zikredilmesi şart değildir, ama Malikîlerde bu şarttır. Şimdi, nikah yapacak olan erkek ve kadın, bu dört mezhebin işlerine gelen hükümlerini alarak; kızın velisinden izin almadan, şahit olmadan ve mehir zikretmeden nikah akdi yapacak olsalar, bu nikah GEÇERSİZDİR.
Bu hüküm, bir nevi zina edebilmek için takdir edilen bir meşrûiyet kılıfıdır. Çünkü dört mezhebin birbirine zıt olan hükümleri, nikah işinde toplanmış ve mezheblerin hiç birine uyulmamıştır.
KENDİLERİNE GÖRE HADİS İ ŞERİFLERİ TOPLAMIŞ VE SAHİH OLANLARINI ALMIŞLAR.
Yani bu durum; ineğin başını, filin hortumunu, devenin gövdesini alıp, hilkât garîbesi bir hayvan meydana getirmeye benziyor.
Bunlar güya mezheb kabul etmiyorlar, ama hangi mezhebin hükmü işlerine geliyorsa, o hükmü alıp ona göre hareket ediyorlar. Bu ne perhiz, bu ne turşu…
Meseleyi daha iyi anlamak için basit bir misal daha verecek olursak; malumunuz Hanefî mezhebinde kan akması abdesti bozar, Şâfiî mezhebinde ise bozmaz. Kadın elinin erkeğe değmesiyle Şâfiî mezhebinde abdest bozulur, Hanefî mezhebinde ise bozulmaz. Şimdi, bir kimse abdestliyken bir yeri kanadığında, “Şâfiî mezhebine göre abdestli sayılırım” diyerek namaz kılsa, ama biraz sonra da hanımının elinden tutsa ve “bu sefer de Hanefî mezhebine göre abdestli sayılırım” dese, bu câiz olmaz.

Peki “kendi mezhebimizden başka bir mezhebe hiçbir zaman uyamaz mıyız?” derseniz, ELBETTE UYABİLİRİZ. Mezhebler bizim için rahmettir. Bir kimse zarûret ve ihtiyaç olunca, diğer üç mezhebden birini taklid edip, ona uyabilir. Fakat bu durumda şuna dikkat etmek lazımdır; bir işi bir mezhebe göre yaparken, o mezhebin, bu işin sahîh olması için bildirdiği şartlar nelerse, bunların hepsini yapmak lâzımdır. Bu şartlardan biri yapılmazsa, o iş sahîh olmaz.

Bir ibâdeti yaparken bir kısmını şu mezhebe göre, diğer kısmını da başka mezhebe göre yapmak, aslında MEZHEB İMAMLARINI CAHİL MENZİLESİNE İNDİRMEKTİR. Şöyle ki; mezheblerden istediği hükmü alıp, karma bir hüküm ortaya çıkaranlar, filhakîka “şu meselede şu imamın söyledikleri doğru, diğerleri yanlış. Bu meselede ise falan imamın içtihadı doğru, diğerlerinki yanlış.” demek istemiş oluyorlar.
Bir nevi, mezheb imamlarını karşılarına oturtup, hangisinin içtihadlarının doğru, hangisinin yanlış olduğuna bunlar karar vermiş oluyorlar. Bu ne büyük bir haddi aşmak, ne büyük bir kendini bilmezliktir.
HİÇBİR MEZHEB İMAMI DİĞERİNE REDDİYE YAPMAMIŞ VE BİRBİRLERİNİN İCTİHADINA HATA DEMEMİŞLERDİR.
Mezheb imamlarının her biri ayrı bir usül ve metoda göre, Kur’an ve Sünnetten hüküm çıkartıp ortaya koymuşlarken, bu mezhebsiz tâife hangi ilmîliği ispatlanmış bir metoda göre, “filan mezhebin şu hükmü yanlış, bu hükmü doğru” diyebiliyorlar.

Fütursuzca…! selef âlimlerini ve mezhebleri karalayan, mezhebsizlik mezhebine mensup bu gayr-i samîmi güruh, “bence” diyerek söze başlayıp, bu güne dek gelmiş geçmiş pek çok Ehl-i Sünnet âliminin söylediklerini, yazdıklarını rafa kaldırmaya çalışıyorlar. Aslında böyle bir tavırla mezhebleri reddetmek, mezheblerin üzerine oturduğu “Kur’an ve Sünnet telâkkisini”de reddetmek anlamına gelir ki bu, Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin ifade ettiği gibi, insanı dinsizliğe götürür neûzübillah…
Kim ne derse desin dört mezhebin imamı olan, ilmin ve takvânın zirvesindeki o dev şahsiyetler; Allahın rızasını gözeterek gecelerini gündüzlerine katmışlar, on binlerce meseleyi Kur’an ve Sünnet ışığında çözüp, dinî hükümleri ortaya koymuşladır. Bir Müslüman bu mezheblerden hangisine uyarsa uysun, hak bir mezhebe intisab etmiş ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolundan yürümüş olur.
Huccetü’l-İslâm İmâm-ı Gazâlî dahil pek çok ulemâ, uygun gördükleri bu dört hak mezhebten birine girmiş ve o mezhebin hükümleri mûcibince amel etmişlerdir. Hâl böyleyken, enâniyetleri kendilerini istilâ etmiş günümüz çakma müçtehidlerine kanıp, mezheb düşmanlarının safında yer alanlara da, acımaktan ve duâ etmekten başka yapacak bir şey yoktur.

Mevlâ Teâlâ, Ehl-i Sünnete ve Ehl-i Sünnet âlimlerine, her dâim pervasızca saldıran bu şaşkınlar şürekâsının fitnesinden cümlemizi muhafaza buyursun. Ehli Sünnet i’tikadından bizleri zerre kadar ayırmasın. Selâm hidâyete tâbi olanlara…

bu konuda paylaşımlara ALLAH U TEALA’NIN izni ile devam edeceğiz, tek ricamız bu bilgileri bütün mümin kardeşlerimize yaymanızdır..

Mezhebin gerekliliği!!(1)

Plaats een reactie

Zâhid el-Kevserî bu sözüyle mezhepsizliği, dinsizliğe giden bir köprü olarak telâkki etmiştir. Yel değirmenlerine saldıran Donkişotlar misali, kendilerini mezheb imamlarından üstün görüp onların kurdukları sistemleri yıkma gayretinde olan çakma müçtehidler, dîne hizmet iddiasıyla aslında dinî bir müesseseyi tahrip etmeye çalışmaktadırlar. Böylece hem kendilerini, hem de kendilerine tâbi olanları helâke sürüklemektedirler.

Sizlerin de malumu olduğu üzere, “Mezhebsizlik, Dinsizliğin Köprüsüdür” cümlesi, yirminci yüzyılda yetişmiş en büyük âlimlerden olan, merhûm Muhammed Zâhid el-Kevserî’ye aittir ve bu hikmetli söz, onun “Makâlât” kitabında yer alan bir makâlesinin başlığıdır.

Evet dinsizlik dememiştir lakin hiçbir mezhebi kabul etmemenin, insanı böyle bir âkıbete sürüklediğine de işaret etmiştir.

Çünkü Mezheb; Dinî bir hüküm koymanın, içtihad da bulunup fetvâ vermenin bir kuralı ve sistemidir.
Yani mezheb demek, ilmî bir metod ve sistem demektir; mezhebsizlik ise kuralsızlık ve metotsuzluktur. Bir kurala ve kâideye uymadan yapılan işler ise, karışıklığa ve yanlışlığa düşmeye mahkûmdur.
(dikkat ederseniz bazen o kadar farklı hadisleri ortaya çıkarırlar sonra birbirlerini tekfir etmeye başlarlar)

Dolayısıyla mezheb tanımayan tâifenin, Din hakkında söyledikleri sözler ve ileri sürdükleri hükümler, daha başından yanlıştır ve bâtıldır.
Bu konu, yani mezhebsizlik konusu çok önemlidir ve üzerinde ehemmiyetle durulması gerekir. Çünkü bu mesele i’tikâda taalluk eder, i’tikâdı bozuk olanın da ibâdetleri boşa gider. Onun için her Müslüman, bu mezhebsizlik fitnesine karşı azamî derecede uyanık olmalı ve Ehli Sünnet i’tikâdından zerre kadar ayrılmamalıdır.

Bu tür akımlara kapılmamak ve böyle fitnelere düşmemek için, öncelikle bu mezhebsizleri, bu gayri samimi gürûhu iyi tanımak ve bilmek gerekir ki, onların oyunlarına gelinmesin ve tuzaklarına düşülmesin… Bunların, aşağı yukarı hemen hepsinde görülen bazı belirgin özellikleri vardır. Mesela bunlar; “PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) MEZHEBİ Mİ VARDI? Yoktu, o halde mezhebler bid’attir” diye muğâlata yaparak, zihinleri bulandırmaya çalışırlar.
Halbuki Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında Kur´an-ı Kerim de, tek bir mushaf halinde baştan sona yazılmamıştı, daha sonra mushaf haline getirilip çoğaltıldı. Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında yoktu diye, mushafa da bidat denilebilir mi?
Mezheblere gerek olmadığı iddialarını güçlendirmek için; “Resülüllah hangi mezhebtendi?” demek; “filan komutan hangi bölüğün askeridir?” demek gibi bir şeydir. Tabiri câizse, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Genelkurmay başkanıdır, ordunun en başındaki isimdir.
Durum böyle olunca, “Genelkurmay başkanı hangi ordunun subayı veya askeridir” diye sorulabilir mi? Bu misalden hareketle, mezheb imamlarını kuvvet komutanları, onların mezhebine tâbi olanları da, o komutanlığa bağlı askerler gibi düşünebiliriz.
Dolayısıyla, “Resûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in mezhebi yoktu, onun için bizimde yok” tavrıyla, mezhebleri ve mezheb imamlarını kabul etmeyenler, yoksa kendilerini Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) gibi mi zannediyorlar? Bunun, bir askerin, kendisini kuvvet komutanı veya Genelkurmay başkanı gibi görmesinden hiçbir farkı yoktur.
İşte bu şizofrenik durumun nasıl ki ciddiye alınacak tarafı yoksa, mezhebsizliği savunanlarında ciddiye alınacak hiçbir tarafı yoktur

Older Entries