Selefilerin imamı, büyük muhaddis Şeyh Muhammed bin Ali eş-Şevkani “ed-Dürrü’n Nazıd fi İhlâsı Kelimeti’t-Tevhid” adlı risalesinde şu açıklamaları yapmaktadır:

İlim ve fazilet erbabı ile Allah’a yapılan tevessül, gerçekte onların salih amelleri ve Allah katındaki faziletleri ile yapılan bir tevessüldür. Zira faziletli bir insan bu fazileti ancak amelleriyle kazanabilir. Dolayısıyla, birisi “Allah’ım ben sana falan âlim kulunla tevessül ediyorum” dediği zaman o kişideki ilim

sebebi ile böyle demiş olmaktadır!

Buhâri, Müslim ve diğerlerinde nakledildiğine göre Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem- mağarada kayanın önlerini tıkadığı üç kişinin durumundan bahsetmektedir. Onlardan her biri, işlediği en güzel ameliyle Allaha tevessül ettikleri için kaya mağaranın ağzından kaldırılmıştır. Eğer üstün amellerle Allaha tevessül etmek, İbni Abdüsselam ve onun takipçilerinin zannettiği gibi caiz olmasa, ya da bazı uç noktadakilerin zannettikleri gibi şirk olsa idi, Allah -celle celâluhu- onların bu dualarına icabet etmez, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem- de bu kıssayı aktardıktan sonra muhakkak müdahele ederdi. Bununla anlaşılmaktadır ki,

مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى
“Biz o putlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” (Zümer 3)

فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَداً
“Allah ile beraber hiç kimseye dua etmeyin” (Cin 18)

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ
“Allahtan başkasına dua edenlere hiçbir şekilde icabet olunmayacaktır” (Ra’d 14)
ayeti kerimelerini zikrederek, peygamberlerle ve salih kullarla tevessülün caiz olmadığını iddia edenlerin sözleri doğru değildir.

Bilakis bu ayetler, meseleyle alakalı değildir. Zira müşrikler “biz o putlara ancak bizi Allaha yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” sözleriyle açıkça putlara ibadet ettiklerini ifade etmektedirler. Ama mesela âlim bir kulla tevessül eden kişi asla ona ibadet etmemektedir. Tevessül eden kişi, o âlim zatın ilmi sebebiyle Allah katında bir değeri olduğunu bilir ve o ilim hürmetine Allah’a tevessül eder.

“Allah’la beraber hiç kimseye dua etmeyin” (Cin 18) ayeti kerimesi de aynı şekilde konuyla alakalı bir delil değildir. Zira bu ayeti kerime, Allah’la beraber bir başkasına dua edilmesini yasaklamaktadır. Yani b ayet, bir kimsenin “ey Allah’ım ve ey falan kişi şöyle şöyle yap” diyerek yapacağı duaları kapsamaktadır. Âlim bir kişi ile tevessül eden bir kişi ise sadece Allaha dua etmektedir. O kimseyle yapılan tevessül ise onların yapmış oldukları sâlih ameller sebebiyle olmaktadır. Mağaralarının ağzına kaya düşen üç kişinin sâlih amelleriyle tevessül etmeleri gibi.

“Allahtan başkasına dua edenlere hiçbir şekilde icabet olunmayacaktır” (Ra’d 14) ayeti kerimesi de burada delil olarak kullanılamaz. Ayette, kendilerine icabet edemeyecek şeylere dua eden ama duaya icabet eden rablerine dua etmeyen kimselerden bahsedilmektedir. Bir âlimle tevessül eden kimse ise, ne Allah’tan başka ne de Allah ile beraber hiçbir şeye dua etmiş değildir. Bu izahlardan sonra, tevessülü inkâr edenlerin getirdiği bu ayetlerin bir delil olmadıkları ortaya çıkmaktadır.

وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ ثُمَّ مَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئاً وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّه
“Sana din gününü ne bildirdi, sonra sana din gününü ne bildirdi. O gün hiçbir kimse bir diğeri için bir şeye malik değildir. Hüküm o gün Allah’ındır” (İnfitar 17–9) ayeti kerimelerini delil olarak kullanma istekleri de isabetli değildir. Çünkü bu ayeti kerime sadece din gününde hükmün yalnız Allah’ın olacağını bildirmektedir. Peygamberlerle ya da bir alimle tevessül eden kişi, tevessül ettiği bu zatların din gününde hüküm sahibi olan Allah’a ortak ve onların da hüküm sahibi olacaklarını asla iddia etmemektedirler. Peygamber olsun ya da olmasın herhangi bir kul hakkında böyle bir şeye inanan kimse apaçık bir sapıklığa düşmüş demektedir.

Tevessülü reddedenlerin,
لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَيْء
“Senin elinde emirden bir şey yok, yahud onlara tevbe ettirsin ve yahud azâb etsin çünkü onlar zalimdirler” (Ali İmran 128)

قُلْ لاَ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعاً وَلاَ ضَرّاً
“Deki, ben kendim için bir zarar ya da menfaat vermeğe güç yetiremem” (Yunus 49) ayeti kerimeleri ile delil getirme çabaları da batıldır. Zira bu iki ayeti kerime de, Peygamberimizin, Allah’ın hükümlerinden herhangi bir hükme sahip olmadığını, kendisine bir fayda ve zarar vermeye muktedir olamıyacağını ifade etmek için nazil olmuşlardır. Yoksa burada peygamberler, veliler ve âlimlerle tevessül etmenin caiz olmadığını bildiren herhangi bir delil yoktur.
Allah Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem-’e makamı mahmud’u ve büyük şefaat makamını vermiş, insanları ondan şefaat istemeye yönlendirmiştir. Peygamberimiz için “iste verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir” buyurmuştur.

Rabbimiz yüce kitabında, şefaatin sadece kendi izniyile ve razı olduğu kimseler için bir hak olarak kullanılabileceğini bildirmiştir.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِين
“Yakın akrabalarını uyar” (Şuara 214) ayeti kerimesi nazil olduğu zaman Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem-’in
يا فلان بن فلان لا أملك لك من الله شيئاً يا فلانة بنت فلان لا أملك لك من الله شيئاً
“Ey falan oğlu falan, ben senin için Allah katında hiçbir şeye malik değilim. Ey falan kızı falan, ben senin için Allah katında hiçbir şeye malik değilim” buyurmuş olması da, tevessülün caiz olmadığını gösteren bir delil olmaktan uzaktır.

Zira bu rivayet, Allah’ın zarar dilediği birisine menfaat vermeye, menfaat dilediği birisine de zarar vermeye Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve selem-’in dahi güç yetiremeyeceğini ortaya koymakta; akrabalarından olsa bile hiç kimse için bir şey yapmaya yetkili olmadığını ifade etmektedir. Nerede kaldı ki akrabası olmayanlara fayda versin. Bu hakikat her müslümanın bildiği ve kabul ettiği bir şeydir zaten. Burada da tevessül edilemiyeceğini gösteren herhangi bir şey yoktur.

Tevessül, emretme ve nehyetme yetkisinin sahibi olan Allah’tan bir şey istemek anlamına gelir. İsteyen kişi, duanın icabetine sebep olabilecek bir sebep ortaya koyarak isteyeceğini yine Allah’tan istemektedir. Öyle Allah ki vermeye ya da mahrum etmeye yegâne gücü yeten ve din gününün sahibi olan o dur.”

[Mefahim & Ebû Hamid b. Merzuk, Ehl-i Sünnetin Mudafası, Bedir Yayınevi, s. 599-600]